1960 yıllarda ülkemiz nüfusunun yüzde 75’i köylerde, yüzde 25’i ise kentlerde yaşıyordu. Son 60 yılda bu durum tam tersine döndü. Yani köylerde yaşayabilen insanlarımızın sayısı maalesef yüzde 25 seviyelerine kadar düşerek, kentlerde yaşayan insanlarımız yüzde 75 seviyelerine kadar yükseldi.
Ekonomik ve sosyal nedenlerle kırsal alanlardan kentlere düzensiz göçlerin olması ile çarpık kentleşme, atık yönetiminin yetersiz olması, gürültü, hava kirliliği ve Mudanya’da da olduğu gibi aşırı trafik yoğunluğu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Teknolojik gelişmelerin de paralelinde, sanayileşmede aynı hızlılıkta ilerlemektedir. Böylelikle atıkların çeşitliliği de artmaktadır. Atıkları kontrol altına alamadığımız takdirde, dünyamızın doğal dengesini bozacak çevre kirlilikleri ile sık sık karşı karşıya kalıyoruz.
Peki, git gide tüketim toplumu olduğumuz günümüzde doğayı ve çevremizi kirletmeden atıklarımızı uygun bertaraf edebiliyor muyuz? Bence koca bir ‘hayır’!
Sera gazı salınımlarının tavan yaptığı günümüzde, dünyanın iklim değişikliğini, yani dünyanın ısınmasını 2 derecenin altında, 1,5 derecede sabit tutmanın gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bu amaçla geç kalınsa bile Türkiye, Paris İklim Anlaşması şartlarını kabul ettiğini geçtiğimiz ay meclis kararı ile Resmi Gazete’de yayımlayarak kabul etmişti.
Petrol türevi yakıtların azaltılması, yenilebilir enerji üretimine hız verilmesi ile tüm dünya sera gazı artmasını engelleme çabası içinde olmalıdır. Bu dünyayı en çok kirleten 20 gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin kayıtsız şartsız hedefleri içinde yerini almalıdır.
Bu anlaşmada ülkeler küresel ısınmayı azaltacak, çevre kirliliğini önleyecek tedbirlerin alınması konusunda çalışmalarını İklim Konferansı’nda sunacaklar. Paris İklim Anlaşması 2030 yılına kadar sera gazı üretimini, yüzde 40 azaltmayı da hedeflemektedir.Ülkemizde böylelikle, iklim değişikliğini baskılamayı hedefleyerek üzerine düşen görevi yerine getirmeyi amaçlamıştır.
Bizler küresel iklim değişikliğini etkileri ile birlikte yaşamaya başladık. Mart ayında evsel ve sanayi atıkları ile çöplük haline gelen Marmara deniz suyundaki oksijeninin bitmesi ile deniz canlılarının yaşayabileceği ortamın olmadığının şahidi olan müsilaj sorununu yaşadık. Bunun etkisi aylarca geçmedi, denizimiz hastalandı, komaya girdi. Yaşamı bitme noktasına geldi. Bugün alınan yüzeysel tedbirlerle, Marmara Denizi yoğun bakımdan çıksa da, hastalık halen geçmedi maalesef.
Sera gazının, ozon tabakasını etkilemesi sonucunda iklim değişikliği sebebi ile Kasım ayının ortalarına gelmiş olmamıza rağmen Anadolu ciddi yağmur alamadı. Kuraklıktan dolayı Anadolu’da hububat tarlalarının hala sürülmediğini gördüm. Harita üzerinde görülen akarsularda ve göllerde su kalmadığına şahit oldum.Topraklarımızın kupkuru, kıraç ve bakımsız bölge haline geldiğini gözlemledim. Geçen yılda kurak bir mevsim geçiren ülkemizde tahıl üretiminde hatırı sayılı bir azalma olmuştu. İhtiyacımız olan her türlü hububatı yurt dışından alarak üretim eksikliğini giderme yoluna geçtiğimizi bu arada beyan etmek istedim.
Kuraklık sonucunda oluşan orman yangınları yanında, ani dolu yağışı, aşırı yağmur yağışı, don gibi iklimsel olaylar karşısında çiftçimiz çaresiz kalmaktadır. Su havzalarının vahşi sulama sebebi ile bitmesi, iklimimizi daha da karasal iklime çevirme konusunda etkili oluyor.
Bireysel ve kurumsal olarak bir şeyler yapmalıyız!
Ülkemizin, kömür ve türevlerinin tüketilmesinden uzaklaşması gerekmektedir. Başta Mudanya’da olmak üzere halen ıslah edilemeyen ve denize akıtılan kanalizasyonlar görmemezlikten gelinmemelidir.Yerel yönetimlerin denizlere derin deşarj sistemlerinden vazgeçmesi gerekmektedir. Yönetimlerin akıllı arıtma sistemine acilen dönmesi, sanayi tesislerinin çevreyi kirletmeleri minimuma indirgenmeli, ciddi takip ve etkili bir politika ile uygulanması şarttır ve elzemdir.
Ağaç ekmeliyiz, yeşili korumalıyız. Bunun için bazı dönemlerde yapılan fidan ekme faaliyetleri yeterli gelmese de ormanlaşma konusunda devlet politikası oluşturmamız gerekmektedir.
Kişi olarak kesinlikle çevreye saygıyı öğrenmemiz gerekmektedir. Artık pikniğe gidince dönüşte çevreyi vahşice kirletmekten vazgeçmeliyiz.Her türlü atığımızı su kaynaklarına atma alışkanlığını terk etmeliyiz. Sokakta yürürken yere tükürmemeyi, yerlere sigara izmariti atmamayı öğrenmemiz gerekiyor. Araçta giderken pencereyi açıp asfalt yola çöp atarken ciddi düşünmeliyiz artık. Belediyelerimizin de çevre kirliliğini azaltacak faaliyetler (atıkların uygun bertaraf edilmesi) konusunda hassas davranarak toplumsal bilinç oluşturmasının zamanı geçiyor.
Ne zaman aklımızı başımıza alacağız? Evimiz olan, doğamızı ve dünyamızı daha yaşanabilir hale getirmek ve hayatımızı sağlıklı bir şekilde sürdürebilmek için daha ne kadar işaret, ne kadar emare gelmesini bekliyoruz?