2023 yılına girdiğimiz Şubat ayında, 11 ilimizi yerle bir eden deprem felaketi ile karşılaştık. Tüm Türkiye’nin canı yandı, ciğerleri parçalandı, gözyaşlarımız dinmedi.
Depremden bu yana 1,5 ay geçmesine rağmen halen bu acıları azaltacak yeterliliğe sahip olamadık. 24 yıldır, deprem uzmanları bağıra bağıra depremin olacağını söylemesine rağmen ne yazık ki kişi ve resmi kurumların ciddi bir hazırlıkları olmadı!
Sonuç; 50 bin masum vatandaşımız hayatını kaybetti, aileler bölündü. Binlerce vatandaşımız ruh ve fiziksel acıdan sağlığından oldu. Şehirler yıkıldı, umutlar söndü, hayaller yitip, gitti.
Yaşadığımız bu acıların etkilerini üzülerek söylüyorum ki, hepimiz ömür boyu belleklerimizden silemeyeceğiz. Gölcük depremini silemediğimiz gibi!
Bu acıların etkisi daha üzerimizde iken ikinci bir felakette ne yazık ki kapımızda bekliyor. Nedir bu felaket derseniz, tabii ki kuraklık sonucunda yaşayacağımız diğer felaketler.
Anadolu coğrafyasında yüzyıllar boyunca birçok medeniyetler hüküm sürmüş. Nereyi kazarsanız kazın, altından yaşanmış medeniyetlerin kalıntılarını ve halen yaşayan yapılarını da görebiliyoruz.
Bugün yaşadığımız bu kuraklığı, bizden önce bu topraklarda yaşayan insanoğlu da yaşamış. Ama buna karşı önlem almanın çabası içinde olmuşlar.
Bunun en çarpıcı örneği İstanbul’da Doğu Roma İmparatoru Justinianus tarafından 532 yılında yapılan Yerebatan Sarnıcı’nı gösterebiliriz. Yıkılmamış ve yenileme çalışmaları ile bugün hala aktif halde turistik amaç ile görülebilmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise bilhassa Kanuni Sultan Süleyman’ın padişahlığı sürecinde Mimar Sinan’a yaptırılan sarnıçlar ve suyolları ile şehrin dışından şehir merkezlerine su getirilerek sorunlar giderilmeye çalışılmış.
Küresel iklim değişikliği için maalesef ülkemizde bugüne kadar ciddi bir çalışma yapılmamıştır. Ülkemizde, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olmasına rağmen!
Çevre Bakanlığı; İmar ve Şehircilik adına deprem vergisi alınmasından başka, imar affı kampanyaları yaparak şehircilik adına birbirlerine küs olan vatandaş ile devletin sözde barıştırılmasından başka bir şey yapmamış!
İklim değişikliği için ise önlem olarak ülkemizde ne yapıldı acaba? Soruyorum sizlere.
Ülkemizde maalesef, küresel iklim değişikliğine önlem olarak hiçbir şey yapılmıyor diyebilirim. Depremin ardından Şanlıurfa ve Adıyaman’ı vuran sel felaketi en yakın yaşadığımız ve yüzümüze vurulan gerçeklerdir.
Deprem risklerini ciddiye almadığımız gibi, iklim değişikliğini ve ülkemizde yaşanan kuraklığı da ciddiye almaktan uzağız!
Bugün Karadeniz’de bile yağan yağmurlar yüzde 50 azalmış iken, ülkemizdeki barajların geçtiğimiz yılın su seviyelerine göre çok altında olması bizleri endişe ettirmelidir.
Bursa’da; Doğancı Barajı’nın yüzde 27, Nilüfer Barajı’nın ise yüzde 3 seviyesini geçemediğini kendimize dert edinmeliyiz.
Uludağ’ın kaynak sularını satışa çıkararak dere ve çayların kurumasına sebep olduğumuzun sorumluluğunu sahiplenmemiz gerekmektedir.
Acil önlemler alınması konusunda Bakanlıkların ve Belediyelerimizin hiç vakit kaybetmeden harekete geçmesi gerekmektedir.
Misal olarak;
Su havzalarındaki su kaynaklarını tüketen sanayi kuruluşlarına artık ‘dur’ denilmelidir.
Mudanya’da bulunan sulama göletlerindeki suyun kullanımı ciddi olarak takip edilmeli. Sulama kooperatiflerinin su paylaşımları, Tarım il ve İlçe Müdürlüğü tarafından takip ve kontrol edilmelidir.
Bu yıldan sonra sitelerin ve apartmanların yüzme havuzu yapılması bir şartnameye bağlanmalıdır. Az sayıda dairesi olan apartman ve sitelere havuz yapılma izni verilmemelidir.
Binaların çatılarındaki yağmur suyu kanalları denize ve kanalizasyona değil de, yer altı depolarında biriktirilmelidir. 532 yılında Bizans’ın İstanbul’da yaptığı, Yerebatan Sarnıcı gibi.
Bir tarım politikası uygulamamız gerekiyor. Coğrafi alana ve su alt yapısına göre tarım ürünlerinin ekimi çiftçimize özendirilmeli ve yönlendirilmelidir. Göllerin, ırmakların ve yer altı sularının çılgınca kullanımına düzenleme getirmeli. Yani sulu tarım ile kuru tarım ayrıştırılmalıdır. Yoksa gelecekte İznik gölü ve Van gölünü bile kaybedebiliriz.
Evlerimizde de öncelikle mutfak, lavabo ve banyolarımızda kullandığımız suyun azaltılması için önlemlerimizi bireysel olarak almalıyız.
Dünyanın kaynaklarını bitmeyecek gibi kullanmaya son vermeliyiz. Her zaman söylüyorum. Ülkemiz su zengini bir ülke değildir. Su fakiri bir ülkedir.
Bu çerçevede, her geçen gün yaşadığımız iklimin değiştiğini görebiliyoruz. Yani birkaç sene sonra tatil için Ege ve Akdeniz bölgesine gitmemize gerek kalmayacak. Çünkü Marmara Bölgesi’nde 40 derece sıcaklıklar ortalama sıcaklık olacak.
Okullarda bize öğretildiği gibi İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış, 4 mevsim kalmadı artık. Yaz ve kış olarak iki mevsime doğru hızla ilerliyoruz.
Bu iklim değişikliğini yavaşlatmak ve durdurmak elimizdedir. Lütfen artık her ülke ve Türkiye, Paris Antlaşması’nın gereklerini yerine getirmek için çaba göstersin.
Dünyanın sonunu getirmek için doğa ile inatlaşmanın faydasız olduğunu ve doğanın şakasının olmadığını Güneydoğu’da yaşanan deprem ve yaşadığımız sel felaketinden sonra yine gördük.
Gerçekleri kabul edelim.
Alınmayan önlemlerin bedelini canımız ve malımız ile ödemeyelim artık!