Benim yaş gurubumdaki insanlar daha küçük yaşlarda ekonomiyi ailesinden öğreniyorlardı. Nasıl yani? diye soranlarımız olur. Anlatayım.
Daha 4 ya da 5 yaşlarında iken büyüklerimiz tarafından biz çocuklara tasarruf yapalım diye kumbara hediye edilirdi. Bizlerde harçlıklarımızın bir kısmını kumbaralarda biriktirirdik. Kardeşimle birlikte zaman zaman kumbaraları boşaltarak “Kim daha çok para biriktirmiş” diye bahse girer, para biriktirme konusunda yarış içerisinde olurduk. Çok istediğimiz bir şey olduğunda anne, babama “Benim param var ben şunu almak istiyorum” deyince anne ve babamın da hoşuna gider o çok istediğimizi, kumbaramızdaki paradan da ilave yaparak, bize alırlardı.
İşte bizler, ekonomi yapmanın en basit yolu olan tasarruf etmeyi daha küçük yaşlarda öğrenmeye başladık. O dönemlerde, toplumdaki insanların birçoğunun ekonomik geliri aynı düzeyde idi. Birçok arkadaşımda benim gibi, yaz tatillerinde para kazanmak için bir ustanın yanında çalışır, aynı zamanda meslekte öğrenirdik. Böylelikle ailemizin ekonomisine katkıda bulunur, hem de kendi cep harçlığımızı kazanırdık.
Tabi aradan çok uzun yıllar geçti. 1983 yılına kadar kapalı ekonomisi olan Türkiye, Turgut Özal’ın Başbakanlığı sırasında kapılarını dünya ekonomilerine açtı. Sanayileşme yolunda önemli adımlar atıldı. Ülkemize birçok yabancı sermaye geldi, beraberinde teknolojide geldi. İş olanakları arttı.
Bugün ise geldiğimiz noktada; 19 yıldır Ak Parti hükümetlerinin yönettiği bir Türkiye’de, tarım ülkesi olmaktan hızla vazgeçtik. Sanayi ülkesi de olamadık. Tarım ve hayvancılık bitti, gitti. Ayakta durabilenler de can çekişiyor. Hükümet yetkililerinin yaptıkları açıklamalarda “Tarımdaki spekülatörlere fırsat vermemek için ülkemizde üretilmekte olan hububata ithalat yolunu, gümrük vergilerini sıfırlayarak açtık” demeleri kimlere menfaat sağladı acaba?
Yine bunun yanında et fiyatlarındaki artışı durdurabilmek için, ülke dışından canlı büyükbaş hayvan ve cansız et ithal etmeleri sonucunda da kimlere darbe vurduklarını bile bilmediler. Milyar dolar paralarımızla başka ülkelerin çiftçisine destek olduk. Böylelikle sebep yerine sonuçla zaman kaybettiler.
Cumhuriyet döneminde atalarımızın yoktan var ederek, dişi tırnağı ile ülkemize kazandırmış oldukları fabrikalar, satıldı gitti bu dönem içerisinde. Pazara çıkarılan yağma malları gibi ülkemizin demirbaşları satıldı. Üretmeyi de unuttuk. Daha doğrusu her konuda üretemez hale geldik. Sata satıla elde avuçta da bir şey de kalmadı. Soframızdaki peynirden, ekmeğimizin unundan, hayvanlarımızın yedikleri samandan, kullandığımız tekstil ürünlerinden, elektronik eşyalardan aklımıza gelen her şeyi yabancı sermayeden alarak, onların ekmeğine yağ sürer hale geldik. Türk sermayesinin ürünü olarak bildiğimiz birçok malın sahibi ya Amerika, ya İsrail, ya İngiltere, ya Çin ya da Arap sermayesinin olmuş. Yani kendi malımız kalmamış. Kendi ülkemizde kiracı gibi olduk. Geçim derdi, yardıma muhtaç olan insanlarımızı arttırdıkça arttırdı.
Paramız var istediğimizi alırız demek cehaletin ve liyakatsizliğin en büyük örneğidir.Ülkemizin kaynaklarını har vurup harman savurursak, giderlerimiz gelirlerimizden fazla olursa kumbarada paramızda olmaz.
Dolar 8,5 TL, Euro 10 TL, çeyrek altın ise 877 TL olmuş. Yani 2020 yılının başından itibaren yaklaşık olarak yüzde 65 oranında artmış olan bir döviz piyasası olmuş. Ülkemizin hesaplanamayan enflasyonunu bir türlü bilemiyoruz. Gerçek enflasyonu görmeyip TÜİK’in, yüzde 11’lerde olduğunu dikte etmesinin sonuçlarını bugün halk çekiyor.
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Türk Lirası’nın yabancı para birimleri karşısında yaşadığı değer kaybı için, “Biz dolarla uğraşmıyoruz. İstesek düşürürüz. Faizi yükseltirseniz, döviz düşer. Ama bizim derdimiz bu değil” demesi ile halkın daha da fakirleşmesine müsaade ediyor, müdahale etmiyor demektir. Başarısız kişilerin elinde ülkemizin parası 1 Bulgar Levası karşısında bile, 1 Türk Liramız 5,18 TL olmuş. Paramız erimiş, bitmiş, pul olmuş!
Büyük ve güçlü Türkiye hedefleri ile yönetime getirilen bu kişiler yaptıkları işi ellerine yüzüne bulaştırdı. Berat Albayrak’ın görevinden istifa etmesi yada görevden alınması, yine başarısız diyerek görevden alınan Merkez Bankası Başkanı Murat Uysal’dan sonra piyasalar stresi üzerinden atar. Ekonomi rahat nefes alır ve raylarına oturtulur. Tabi bu tür ekonomik çalkantının her zaman bir bedeli oluyor.
Daha önceleri olduğu gibi, bu bedel yine vefakâr vatandaşlarımızın omuzlarına yüklenecek.