Oyak Renault Otomobil Fabrikası’nda çalıştığım 26 yıl içerisinde kendi Uet (Bağımsız Çalışma Birimi) bölgemizde yöneticilik vasıflarımızı ve yetkinliğimizi artırabilmek için birçok eğitimler aldık.
Eğitim veren hocalarımızdan bizlere farklı yönetim tarzı örnekleri verilmişti. Verilen bir örnekten çok etkilenmiştim, yıllar geçmesine rağmen hiç unutamadım.
Günümüzle de ilgili olan bu örneği sizlere aktarmak istiyorum.
Olay, bir şirketin yönetimi ile alakalı.
Kurulduğu günden itibaren ürettiği ürünlerin kalitesini sürekli arttıran, üretim maliyetlerini düşürerek, istenildiği süre içerisinde ürünleri müşterisine teslim eden başarılı bir şirket varmış.
Bu şirket, rakipleri arasından sıyrılarak pazar payını arttırmış. Bu başarıdan hem ülke, hem de şirket sahibi maddi manevi kazançlar sağlıyormuş.
Yerinde ve zamanında, şirketin makine parkını ve personelini geliştirmeyi de ihmal etmiyor; son teknolojik makine ve tesisler ile gelişmenin yanı sıra, insan kaynaklarına da önem veriyormuş.
Her şeyin güzel gittiği bu günlerde, şirketin patronunun gözüne ofisinin önünden gelip geçtikçe Genel Müdürü batıyormuş!
Nasıl gözüne batmasın ki? Şirkette herkes cansiperane çalışırken, o Genel Müdür ofisinden hiç çıkmıyormuş. Hem de ofisinde hiç bir zaman yalnız olmuyormuş! Sürekli yanında birileri oluyor, keyifli çay kahve muhabbeti yapıldığını görüyormuş ve bu duruma çok içerliyormuş, şirketin patronu…
Bir gün canına tak etmiş. ‘Bu böyle gitmez’ diyerek ofisinde sürekli oturan hiçbir şey yapmadığını zannettiği Genel Müdürünün işine son vermiş.
İşine son verdiği Genel Müdürün yerine daha genç ve dinamik, bir genel müdürü işe almış ve tam yetki ile şirketin başına getirmiş.
Yeni genel müdür; ‘Her şeyi ben bilirim’ edasıyla en üst kademedeki yöneticiden, atölyede üretim yapan operatöre kadar hiç kimseye güvenmiyormuş.
Üretim aşamasındaki her olaya müdahil oluyormuş. “Benden habersiz hiçbir şey yapmayacaksınız. Her şeyden benim haberim olacak” diye etrafına baskılar yapmaya başlamış.
Şirketin patronu, yeni Genel Müdürün ofisinin önünden geçerken ofiste boş boş oturmaktan ziyade, atölye içerisinde bir sağa bir sola koşuştururken gördüğünde hoşnut oluyormuş.”Bravo” diyormuş içinden!
Yeni projelerde, yeni üretimlerde “Ben gelmeden işe başlamayın” diyerek onlarca, yüzlerce mühendis ve ekibi anlamsız bir şekilde bekletir, kimseye de güvenmezmiş. Personel de ister istemez bekliyormuş. Çünkü yeni Genel Müdürün net talimatıymış; aksi durumda altındaki personeli azarlayıp motivasyonunu bozuyormuş, hiç acımadan.
Fakat günler geçtikçe fabrikadaki üretim sayılarında azalmalar başlamış. Artık eskisi gibi kaliteli üretimler de yapılamıyormuş. Rakipleri ile mücadele edemez hale gelerek, piyasada pazar payınıda kaybetmeye başlamış. Böylelikle satışları azalmış. Üretim maliyetleri de artınca çarklar durmaya başlamış. Bu arada personel ile de bağlar kopunca deneyimli ve liyakatli kadrolar başka şirketlere gitmeye başlamış.
Şirketin patronunun nerde hata yaptık; diyerek başını iki elinin arasına aldığını gören bir personel, çekinerek de olsa patronun ofisinin kapısını çalar. Çünkü kendisi de bu duruma çok üzülüyordur. Patronunun yanlış yaptığını görüyor, kimsenin patronuna söyleyemediği gerçekleri her ne pahasına olursa olsun söylemek istiyormuş.
Efendim demiş; siz eski genel müdürü ofisinde sürekli misafiri olduğunu, herkesle pipo içerek çay kahve sohbeti yaptığını ve fabrikadaki işlerle ilgilenmediğini zannediyordunuz. Ama aslında öyle değildi. Eski Genel Müdür, Atölye şeflerine yetki ve delegasyonu tam anlamı ile vermişti. Atölyedeki üretim, imalat ve insani ilişkiler boyutundaki tüm gelişmeleri, çok samimi bir ortamda ve hatta bir orkestra şefi gibi organize ederdi.
Fakat siz bunu göremediniz. Onu akşama kadar bacak bacak üstüne atarak, çay kahve içen biri olarak gördünüz. Onun yerine yeni bir Genel Müdür getirdiniz. Tecrübesiz, işten anlamayan, kimseye güvenmediği için yetki vermeyen ve işi sorumlusuna delege etmeyen bir Genel Müdürdü.
O Genel Müdür de bir insan nihayetinde! Hangi işe nasıl yetişecek ki?
Yetişemediği işler de atölyelerde üretim duruyordu. Herkes Genel Müdürün ağzından çıkacak talimatlar doğrultusunda hareket etmeye zorlanmışlardı, çünkü. Aksi mümkün bile değildi.
Hiçbir işe zamanında yetişemeyen, tecrübesiz olan bu genel müdürün liyakatsizliği sayesinde şirketimiz bu duruma düştü diyerek, şirketin patronuna gerçekleri bir bir anlatmış fabrikasını ve ülkesini seven personel olarak.
Çok bedeller ödeyen ve batma noktasına gelen şirket sahibi, en nihayetinde yapmış olduğu yanlışı anlamış.
Hiçbir iş yapmadığını boş boş oturduğunu zannettiği eski Genel Müdürü çok farklı maaş ve imtiyazlar ile tekrar eski işine almakta çareyi bulmuş.
Buradan kıssadan hisse çıkartmamız gerekiyor. Ülkemizin geldiği bu nokta, şirketin yaşadığı duruma çok benziyor.
Devleti yöneten iktidarın ilgili Bakanı veya kurumları, Bakanlığını ilgilendiren bir konuyu kendi inisiyatifi doğrultusunda yorumlayıp müdahale etmekten uzak kalmaktadır.
Yapamıyorlar!
Çünkü örneği olamayan bir Başkanlık Sistemi Türk Milletine empoze edilmeye çalışıldı. Böyle olunca tek yetki sahibi olan başkandan 2 gün sonra karar çıkabiliyor. Güneydoğu Bölgesi’nde depreme müdahalede geç kalınmasının nedeni gibi. Sonuç fiyasko!
Bugün bir Bakan, “Cumhurbaşkanımızın talimatıyla, Cumhurbaşkanımızın teveccühü ile bu işi yapıyoruz” diyebiliyorsa, geldiğimiz noktanın ne kadar vahim bir duruma düştüğümüzü gösterir.
Başkan her konuya nasıl hâkim olabilir ki? Her konuda nasıl söz sahibi olabilir ki? Her şeyi nasıl bilebilir ki?
Çünkü o bir insan. Bu mümkün değil, doğanın kanununa aykırı.
Bunun örneğini biraz önce şirkete havadan getirilen Genel Müdürde gördük.
Umarım çok bedeller ödemeden ‘her şeyi ben bilirim’ diyen yukarıdaki örnekteki Genel Müdürün yönettiği şirketin durumuna düşmeden bu halk, gerçekleri görür ve zamanında müdahale ederek duruma el koyar.