10 Ağustos 2020 Pazartesi günü Türk Milleti’ni boğmak ve yok etmek isteyen uğursuz (meşum) Sevr Antlaşması’nın 100. yıldönümüydü. O günkü Sözcü Gazetesi’ne bakıyorum değerli tarihçi Sinan Meydan, Sevr’i incelerken Sevr’in 62, 63 ve 64. maddelerinde yer alan bağımsız Kürdistan ve yine Sevr Anlaşması’nda yer alan bağımsız Ermenistan konularına hiç değinmemiş olmasını önemli bir eksiklik olarak gördüm. Yine laik ve bağımsız Türkiye’nin savunucusu olan Cumhuriyetimizle yaşıt Cumhuriyet Gazetesi’nde 10 Ağustos günü Sevr ile ilgili hiçbir yazıya rastlayamamış olması bizleri çok şaşırttı. Ancak, Cumhuriyet’in 11 Ağustos günlü nüshasında Mustafa Balbay’ın “100. yılı.. Laneti Sevr’e okuyun!” başlıklı bir yazı kaleme alması içimize biraz olsun su serpti. Diğer taraftan 10 Ağustos gecesi Tele 1’de Sevr ile ilgili çok önemli bir söyleşi izledik. Gazeteci Tuncay Mollaveisoğlu’nun yönettiği programda çok değerli tarihçi Prof. Dr. Ergün Aybars’ın Sevr ve Lozan’a ilişkin ve yine güncel olaylarla ilgili yorumları çok anlamlıydı. Aynı programa katılan,“Kemalist Ekonomi Modeli” kitabının yazarı Prof. Dr. Duran Bülbül bu yapıtı ile ilgili olarak o gece çok çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Lozan’da Emperyalist Batı ülkeleri temsilcilerinin pek çok önerisinin büyük devlet adamı rahmetli İsmet İnönü tarafından reddedilmesi üzerine, İngiliz temsilcisi Lord Curzon bilindiği gibi İsmet İnönü’ye özetle şu sözleri söyler: “Reddettiğiniz önerileri biz şimdi cebimize koyuyoruz…. Zamanı gelince bunları cebimizden çıkarıp teker teker önünüze koyacağız…”.
İşte ülkemizde nedense pek tanınmamış ama batılı emperyalistlerin temsilcisinin o gün İnönü’ye Lozan’da verdiği cevabın anlamının ne olduğunu ve Sevr’in zamanla özellikle Bağımsız Kürdistan ve Ermenistan açısından ülkemizin doğu sınırları ve güney sınırlarına komşu topraklarda yeniden yavaş yavaş uygulanmak istendiğini ve bu uygulamanın zamanla ülkemiz sınırlarına da uzanacağı tehlikesini çok çarpıcı bir biçimde Türk Ulusu’nun bilgisine sunan vatansever bir yurttaşımız olan Turgut Özbay, “Lozan’da Sevr’e” isimli yapıtında bu ülkemizin bu beka sorununu bakınız özetle nasıl ortaya koyuyor.
Ben, yazımın başlığını Sevr’den Lozan’a şeklinde yazmak ve bu konudaki görüşlerimi açıklamak istemiştim. Ama Özbay, son yıllarda Lozan’ın Batılı Emperyalistler ve onların yerli işbirlikçilerince nasıl delinmek istendiğini Sevr’in ülkemizde nasıl adım adım yeniden hayata geçirilmek istendiğini bu kitabında öylesine çarpıcı bir biçimde anlatmış ki benim sayfalarca anlatmak istediğim şeyleri bu çok etkili yazısında özetleyivermiş. Bu nedenle, Turgut Özbay’ın beni çok etkileyen “Lozan’dan Sevr’e” isimli yapıtının bir özetini ve kitabının çerçevesini ve anlamını siz sevgili hemşehrilerim ve duyarlı tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarımla noktasına virgilüne kadar bu Mudanya Mektubu’nda aynen paylaşmak istiyorum.
“……… Sevr ve Lozan Barış Antlaşmalarını niçin hatırladık?
Türk aydınlarının görevi, Türk milletini aydınlatmaktır. Sevr Antlaşması’nın felsefesini, Lozan Barış Antlaşması’nın felsefesini bilmeyen bir aydın, Türk milletinin aydını olamaz, Türk milletini aydınlatamaz. Bu husus unutulmamalıdır. 10 Kasım 1938’de M. Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş felsefesinden, egemenliğine ve bağımsızlığına sahip olan millî bir devlet olarak kurulmuş olmak özelliğinden; yavaş başlayan, hızlanarak artan bir şekilde uzaklaşılmıştır. Batılılaşmak, küçük Amerika olmak, Avrupa Birliği’ne üye olmak, demokrasi, insan hakları gibi sanal kavramlara sığınılarak yapılan propagandalarla Sevr Antlaşması hükümlerini hukuken ortadan kaldıran Lozan Barış Antlaşması hükümleri unutulmaya başlanmıştır. Sevr Antlaşması hükümlerini çağrıştıran hususlar önce yazılmaya, sonra tartışmaya/tartıştırılmaya başlanmış, bu tür beyin yıkama programları sonrası Türk hukuk sistemine dâhil edilerek hukuki koruma altına alınır bir hâle getirilmiştir.
Lozan’ dan Sevr’e Türkiye
Sevr Antlaşması’nın 62, 63 ve 64. maddeleri “Kürdistan” konusudur. Özeti şudur: Fırat’ın doğusunda, Ermenistan’a verilecek toprakların güneyinde Gaziantep, Birecik, Urfa ve Mardin illeri Suriye’ye bırakılmak üzere Türk-İran sınırına kadar olan bölgede İngiliz, Fransız, İtalyan devletlerinin himayesinde, önce yerel özelliğe sahip olan bir Kürt devleti kurulacaktır. Daha sonra Milletler Cemiyeti’ne müracaat etmeleri ve konseyin uygun görmesi halinde bağımsız olacaklardır. Irak’ın kuzeyindeki Kürtler bu devlete katılmak isterlerse, bu istekleri başlıca Müttefik Devletlerce kabul edilecektir. Türkiye bu bölgeler üzerindeki haklarından ve sıfatlarından peşin olarak vazgeçecektir.
Sevr Antlaşması’nın:
140-151. maddeleri azınlıkların korunması,
145. maddesi seçimlerin soy azınlıklarının orantılı temsil ilkesine dayalı bir seçim kanununa göre yapılacağı,
147. maddesi Osmanlı halkının soy, dil, din olarak azınlıklara ayrılacağını; azınlıklara ayrılan her bir toplumun devletin denetleyemeyeceği din ve eğitim müesseseleri kurabileceği,
148. maddesi devletin insan (halk) unsurunun ayrıştırılmasıyla ortaya çıkarılan azınlıkların kurduğu din, toplum ve eğitim kurumlarına devlet ya da belediye bütçesinden pay verileceği hükümlerini taşımaktaydı.
Lozan Barış Antlaşması hükümleri Sevr Antlaşması hükümlerini hukuken ortadan kaldırmıştır. Lakin Eski Almanya Başbakanı Helmut Schmidt’in “Sevr Antlaşması’nın imzalanmış olmasına karşın Türkiye’nin bölünmemiş olması da bir hatadır.” ifadesi, günümüzde Sevr Antlaşması’nın hükümlerinin hukuken ortadan kalkmasından üzgün olanların var olduğunu göstermektedir. Lozan Barış Antlaşması’yla millî/ulusal (üniter) bir devlet kurulmuştur. Kurulan devletin adı Türkiye Cumhuriyeti Devleti, halkı Türk milleti, bayrağı Türk bayrağı, ülkesi Türkiye coğrafyası (Trakya + Anadolu), başkenti Ankara’dır. Resmî dil Türkçe’dir. Devletin unsurlarında ve organlarında teklik özelliği vardır.
Tek bir egemenlik vardır. Egemenliğin alanı ülkenin tamamıdır. Tek bir ülke vardır. Ülke bölünmez bir bütündür. Devletin ülkesi üzerindeki hakimiyeti hem iç hukuk, hem de uluslararası hukuk açısından tekel olmak özelliğini ifade eder. Tek bir millet vardır. Millet bölünmez bir bütündür. Lozan Barış Antlaşması’nın 30-36. maddeleri vatandaşlık konusudur. 30, 31, 32 ve 33. maddelerine göre Lozan Barış Antlaşması’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde onaylandığı 23 Ağustos 1923 tarihinden itibaren iki yıllık bir süre içinde (23 Ağustos 1925’e kadar) Türkiye sınırları içinde kalan kişilerle Türkiye’den ayrılan topraklarda kalan kişiler, Türk vatandaşlığını seçmek veya başka bir devletin vatandaşlığını seçmek konusunda serbest bırakılmışlardır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş döneminde Türk vatandaşlığını kabul etmek veya Türk vatandaşlığını kabul etmemek, kişilerin isteğine bırakılmıştır. İki yıllık bir süre için gönüllü vatandaşlık esası uygulanmıştır.
Lozan Barış Antlaşması’nın 37-44. maddeleri azınlıkların korunmasına dairdir. Müslüman olmayan (gayrimüslim) Türk vatandaşları azınlık olarak kabul edilmiştir. Antlaşmanın 41. maddesi gayrimüslim Türk vatandaşlarının çocuklarının ilkokullarda kendi dilleri ile öğrenim görmeleri için kolaylık gösterileceği hükmünü taşır. Lozan Barış Antlaşması’nda bu hüküm dışında ana dilde eğitim diye bir konu yoktur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş senedi ve uluslararası bir antlaşma olan Lozan Barış Antlaşması hükümleri arasında “Kürdistan” diye bir konu, devletin halk unsurunun soy, dil ve din azınlıklarına ayrılması gibi bir husus da yoktur.
Çözüm süreci: Çok iyi bilinmektedir ki, bir devlette millî kimlik olmadan millî birlik olamaz, millî birlik sağlanamaz. Ülkemizde bilmem şu kadar etnik kimlik var denilerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde millî kimlik zedelenmekte, ayrıştırılmaktadır. Lozan Barış Antlaşması hükümleri dışında yeni azınlıklar ortaya çıkarılmak istenilmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde bilmem şu kadar etnik kimlik var propagandası, devlet-millet kaynaşması, millî birlik ve kardeşlik projesi olarak takdim edilebilmektedir. 1970’lerin başında “halklara özgürlük”, 1980’lerin ortalarında “Federasyon dâhil her şey tartışılabilir”, 1990’larda “Türkiye Türklere bırakılmayacak kadar önemlidir.” şeklindeki propagandalara sözde “Kürt sorunu” eklenmiştir. Sözde “Kürt sorunu”nun evrile evrile “Mütareke dönemi”, “ana dilde eğitim”, “barış süreci”, “İmralı süreci” ve sonunda “çözüm süreci” olarak gündeme getirildiğini görüyoruz. Peki çözüm süreci nedir? Çözüm süreci konusunda Türk milleti bilgilendirilmemiştir.
Cevaplandırılması gereken sorular şunlardır: Çözüm süreci devamınca hangi olaylar tekrarlanacaktır? Çözüm süreci ne zaman sona erecektir? Çözüm süreci sonunda nasıl bir sonuç alınacaktır? Çözüm süreci sonunda ne gibi bir olayla veya nasıl bir durumla karşılaşacağız? Kısaca çözüm süreci tamamlandığında nasıl bir siyasi sonuçla, ne gibi bir hukuki sonuçla karşılaşacağız? Açıklanması gerekir.
Çözüm süreci ile ilgili dikkat çekici bir husus da, çözüm sürecinin kimler arasında yürütüldüğü hususudur. Şöyle ki, çözüm sürecinde taraflardan biri bölücübaşı Abdullah Öcalan’dır. Öcalan kimdir? Hatırlayalım.
İmralı canisi Öcalan; 29.06.1999 tarihli mahkeme duruşmasında, hakkında “Kurduğu silahlı terör örgütü PKK’yı (Kürdistan İşçi Partisi) aldığı kararlar, verdiği emir ve talimatlarla sevk ve idare ederek devletin hâkimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet iradesinden ayırmaya matuf eylemleri gerçekleştirdiği sabit görüldüğünden, eylemlerine uyan Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesine göre ölüm cezası ile cezalandırılmasına, sanığın eylemlerinin yoğunluğu ve sürekliliği; bebek, çocuk, kadın, ihtiyar ayrımı gözetilmeden binlerce masum insanın öldürülmüş olması; amaç, suç için işlenen vasıta ve suçlardan yüzlercesinin ölüm cezasını gerektirmesi, bu eylemlerin ülke için ciddi yakın ve büyük tehlike teşkil etmesi; ceza adaletinin sağlanması, hak ve nesafet kuralları göz önünde tutularak sanık hakkında takdiren Türk Ceza Kanunu’nun 59. maddesi uygulanmasına yer olmadığına karar verilmiştir”
Şimdi düşünelim; Türkiye Cumhuriyeti Devleti, eline silah alan, silahlı terör örgütü kuran, devletin hâkimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya matuf eylemler gerçekleştiren terör örgütü lideriyle neyin çözümünü görüşmektedir? Abdullah Öcalan bir sorunu çözecek ise niçin yargılanmış, niçin cezalandırılmıştır?
Sonuç olarak; Benim bu yazıyı yazmaktaki amacım, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yönetmiş olan, günümüzde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yöneten siyasi iktidarı, Türk milletini yönlendirmek, kendi görüşleri doğrultusunda kamuoyu oluşturmak isteyen kişi, kurum ve kuruluşları hedef almak değildir. Siyasi iktidarların icraatlarında, kişi kurum ve kuruluşların yaptıkları propagandalarda, uluslararası bir antlaşma olan Lozan Barış Antlaşması hükümlerini yok sayamayacaklarını ifade ediyorum…”.
*
Bu yurtsever ve kahraman Türk insanının yukarıda değindiğim kitabının özetle yorum yaptığı bu yazısını paylaştıktan sonra Mudanyalı hemşerilerimin ve duyarlı tüm Türk vatandaşlarıma ekte sunduğumuz Sevr haritasına bakmalarını istiyorum. Daha önceki tüm Mudanya Mektuplarında değindiğim gibi, Sevr, meşum, uğursuz, Türk boğmak isteyen bir antlaşmadır. Nitekim, 19 Ağustos 1920 tarihinde Mustafa Kemal başkanlığında toplanan TBMM, Sevr Antlaşması’nı imzalayanları ve onaylayanlarını VATAN HAİNİ olarak ilan etmiştir.
Evet bu konudaki tüm Mudanya Mektupları’nda altını sık sık kuvvetle çizdiğim gibi; Lozan, Türk Milleti’nin ve O’nun değerli ordusunun bir ve beraber olarak mücadele ederek kazandığı bağımsızlık savaşı sonucunda elde ettiği büyük bir siyasal zaferdir. Lozan, ümmetten ulus devlete yani Türk vatandaşlığına yani yurttaşlığa geçişin kutsal bir belgesidir. Lozan Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu senedidir. Bizler Mustafa Kemal’in manevi mirasçıları olarak Lozan’da kazandığımız tapu senedimizi emperyalist batılı ülkelere ve onların yerli işbirlikçilerine gerektiğinde kanımız ve canımız pahasına da olsa asla deldirtmeyeceğiz. Bu konuda Türk Milleti’nin duyarlı yurttaşları olarak kesin kararımız vardır. Elbette bu konuda gayret bizden, hidayet ve tevfik yüce Allah’tandır.