Bundan 30 yıl sonra yani 2054 yılında dünya nüfusunun ne kadar olacağını bilen var mı? Bilim insanları biliyorlar.
Yaklaşık 10 milyar 800 milyon olacakmış.
Yeşil alanların betona dönmesi, tarım arazilerinin yapılaşmaya açılması, yeşil ve maviyi yok ediyor. Hele madencilerin sevdası, termik santrallerin kurulması doğayı ve bilhassa zeytin alanlarını yok ediyor.
Yerlerinden edilen yabani hayvanları da buna ekleyelim.
Bunların hepsi, büyük şehirlerdeki dayanılmaz hava kirliliğinin başta gelen nedenlerinden.
Ülkemizdeki resmi verilere göre, 12 yılda çiftçi sayımız yüzde 48 azalmış. Tarım alanları yüzde 12, sebze bahçesi alanları ise yüzde 15 azalmış.
Bir yazarımızın söylediği gibi, şehirlerde oturanlara artık köylerinden erzak desteği gelmiyor.
Verilere göre, 2003-2019 yılları arasında 78 milyar dolara yakın tarım ürünü satışına karşılık, yaklaşık 105 milyar dolara yakın tarımsal ürün satın almışız yurt dışından. Açık 27 milyar dolara yakın.(Bizim paramız ile yaklaşık 190 milyar TL.)
Yunanistan’dan yaptığımız tarım ürünleri alımı bile son 5 yılda yüzde 630 oranında artmış.
Dünyanın en büyük çiftliği denen Anadolu’ya ne oldu da böyle kısırlaştı?
Hayvancılık ne durumda?
Tarım ne durumda?
Bunlar gittikçe azalıyor. Tarım ve hayvancılık girdileri artıyor. Karnını doyuramayan besici ve çiftçi işini bırakıp kentlere göç ediyor. Üretici durumundan, tüketici durumuna dönüşüyor.
Bir ülkenin hazinesine, tıpkı ailenin bütçesi gibi, giren nakit para, çıkan nakitten fazla olmalı ki insanlar yaşamlarını devam ettirebilsinler. Aksi durumda çöküş başlar.
Aynı zamanda bütçede yersiz giderler, israf da olmamalı.
Ülkenin dış satımı her zaman dış alımdan fazla olmalı ki devlet bütçesi kara geçsin ve dolayısıyla halka daha çok hizmet verilebilsin.
Cumhuriyetimizin ilk yıllarında “Dünyanın en büyük çiftliği” denen Anadolu’muzda tarım ve hayvancılığın, bilginin en üst düzeyde kırsal kesimdeki halka öğretilmesi için yapılan planlamalar tam da bu günler içindi.
1940 yıllarda çıkarılan Köy Enstitüleri kanunu ile kurulan okullarda yetişen öğretmenler, köy okullarında kırsal kesimdeki halkı bilimsel yönden aydınlatacak ve ülkenin toprakları modern tarım ve hayvancılığa açılacaktı.
Böylece, tüm halk dışa bağımlı olmadan karnını doyurabilecekti. Buna siyasetçiler izin vermedi ve bu okullar 1954 yılında tamamen kapatıldı.
Eğer bu okullarımız siyasetin kısır döngüsü içinde kaybolup gitmeseydi, ülkemiz bu durumda olur muydu?
Dış alım ve dış satım arasında bu kadar (2020 yılı itibariyle 27 milyar dolar), yaklaşık 190 milyar TL) zarar olur muydu? Verimli, kıymetli, sevdamız, can pahasına koruduğumuz Anadolu, bu kadar kısır, susuz, verimsiz duruma düşer miydi?
Bursa’da, Balkan ülkelerinden savaş nedeniyle göç eden soydaşlarımız çoktur. Onların elinden, hemen her iş gelir. İhtiyacı olanlar güvenerek onlara bakım, onarım ve benzeri işleri arkalarına bakmadan yaptırırlar.
Köy Enstitülü öğretmeler de öyleydi. Onların yetiştirdiği öğrenciler, köylüler de öyleydi. Başarılı ziraat, tarım ve hayvancılık yaparlar, kendileri doyduğu gibi kent halkını da doyururlardı.
Şimdilerde hatalı tarım, ziraat, hayvancılık politikaları yüzünden, köylüyü de şehirli bakmak zorunda kalıyor alacağı maaş ile. O da bir iş bulabilirse…
Çağdaş tarımcılığa, ziraate, hayvancılığa destek olmak varken, buna karşı duruş neden? Neden biz dış ülkelerin çiftçisini, dış alım yaparak desteklemiş oluyoruz ki?
Köy okullarını tekrar açıp, çağdaş eğitime geçmek ile bu olumsuzlukları olumlu duruma getirebiliriz..
Köylü milletin efendisi, besleyicisi olma durumuna yeniden gelmelidir, getirilmelidir…
Sağlıkla, güzellikle, mutlu kalın.