Yenileniyor
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • K.Maraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
--
--
--
--

27 Mayıs Darbesi ve Türk tarihindeki yeri708 defa okundu

kategorisinde, 03 Haz 2024 - 21:39 yayınlandı.
27 Mayıs Darbesi ve Türk tarihindeki yeri

Bundan 64 yıl önce bir 27 Mayıs sabahında ülkemizde ulusal tarihimize ilişkin büyük bir olay yaşandı. 27 Mayıs 1960 tarihinden önceki 10 yılı dolu dolu yaşamış ve kimi olaylara tanık olmuş bir Türk vatandaşıyım.

Rahmetli babamızın Kuvay-i Milliye olgusundan gelen Mudanya’daki yaşam öyküsü, Cumhuriyet Halk Partisi Mudanya Teşkilatı’nda kurucu üye olmasından kaynaklanan ve yine Mudanya Halk Evi Başkanlığı nedeniyle çocukluk ve gençlik çağımda Mudanya gibi henüz Türk toplumu tarafından ulusal tarihimizdeki yeri ve tarihsel kimliği yeterince anlaşılıp değerlendirilemeyen ve Demokrat Parti iktidarı ile ilgili 1950-1960 yıllarındaki siyasal olayların ve demokrasi mücadelesinin yurdumuzun başka bir ilçesiyle kıyaslanamayacak bir şekilde çok yoğun yaşandığı bir kentte kimi olaylara bizzat tanıklık ettim.

Elbette demokrasiye inanan birçok Türk vatandaşı gibi ben de siyasal iktidarların silah zoruyla değil, demokratik yollarla dürüst ve şaibesiz bir şekilde yapılacak seçimlerle uzaklaştırılması taraftarıyım. Bu nedenle yazımın başlığını 27 Mayıs darbesi olarak niteledim. Ne var ki 27 Mayıs olayının tarihimizdeki esas yeri bugüne kadar konu hakkında kimi çevrelerce oluşturulan bilgi kirliliği dolayısıyla Türk halkına yeteri kadar anlatılamamıştır. Bunun nedeni 1965 yılından itibaren iktidarlara yakın tüm yanlı basın ve medyanın 27 Mayıs’ın her yıl dönümünde bu tarihsel olayı saptırmışlar ve bu iktidar dönemindeki yetkililerin bardağı taşıran son damla olan TBMM’den CHP ve bir kısım basın hakkında Tahkikat Encümeni’ne ilişkin yasayı çıkartmalarıyla “Anayasa’nın İhlali Eylemini” tartışmasız şekilde gerçekleştirdiklerini göz ardı etmişlerdir.

Nitekim geçtiğimiz hafta bir televizyon kanalında 27 Mayıs sabahı, dersini çalışmadığı ve ulusal tarihimiz konusunda yeterince bilgi sahibi olmadığı anlaşılan bir yorumcuya şöyle bir mesaj atmayı düşündüm:

27 Mayıs 2024 sabahı rahmetli Menderes ile ilgili yorumunuza katılmam bu konuda benim gibi size mesaj gönderen çoğu duyarlı Türk yurttaşları gibi mümkün değildir. Hukuk dışı eylemleriyle Anayasayı ihlal eden, demokrasiyi ortadan kaldıran bir iktidarın birinci sorumlusunun sizin deyiminizle anılması fiilen ve hukuken mümkün değildir” Çünkü bu nitelemeniz tarihsel ve hukuksal bir yanılgıdır.

Birçok Türk vatandaşı gibi benim de bir hukukçu olarak Yassıada Mahkemesi’nce rahmetli Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu hakkında verilen idam cezalarının ve bu cezanın infazını asla doğru bulmuyorum.

Ancak askeri bir darbe de olsa yıllar önce bir televizyon kanalında yayımlanan ve 27 Mayıs olayını konu alarak kurgulanan “Hatırla Sevgili” adlı bir belgesel dizide o yıllarda Yassıada Mahkemesi’nde değil de Ankara veya İstanbul’da bu konuda DP yetkililerinin soruşturmasında görev almış adalete ve Anayasa’ya yürekten bağlı bir Cumhuriyet Savcısının ANAYASA’YI İHLAL OLGUSUNU nasıl bilinçle altını çizerek vurgulamış olması o diziyi izlemiş bir Türk vatandaşı olarak beni gerçekten çok etkilemişti. Bu nedenledir ki Anayasa’yı ihlal suçunun hukuken ne anlamına geldiğinin bilincinde olmayan birçok kamu yetkilisi gibi ne hazindir ki Türkiye Cumhuriyeti’nde Cumhurbaşkanlığı yapmış, Malatyalı bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bu kutsal kamu göreviyle ve hukuksal sorumluluğu ile asla ve asla bağdaşmayan şekilde Başbakan olduğu sırada “ANAYASA’yı bir defa ihlal etsek ne olur ki?” diyebilmiştir.

Bir kez daha tekrar etmem gerekir ki; Yassıada’da tüm basının ve mahkemeye yurdun her köşesinden gelen dinleyicilerin huzurunda yapılıp yaklaşık bir yıl süre boyunca radyodan naklen açıkça tüm yurda duyurulsa da, yukarıda belirttiğim gibi bu mahkemeler sonucunda verilen ve bir hukukçu olarak asla kabul etmediğim idam cezaları hukuken ne kadar doğru olmamışsa aradan geçen 64 yıl zarfında hemen hemen her yıl dönümünde ulusal basının ne yazık ki çoğunluğunda idam sehpalarını ön plana çıkartılarak 27 Mayıs olgusunun gerçek tarihsel nedenleri tarafsız ve objektif bir gözle incelenmemiş olması ve bu tarihsel olayın sadece bir duygu sömürüsü aracı olarak kullanılması o denli yanlış olmuştur. Bu bilgi kirliliği nedeniyle Demokrat Parti iktidarının özellikle 1957 yılından itibaren gün be gün artan baskıcı ve özgürlükleri kısıtlayan hukuk ve Anayasa dışı eylemlerinin yeterince tartışılmamış olması büyük bir tarihsel yanılgıdır. Öncelikle belirtmem gerekir ki 27 Mayıs olayı, örneğin, 12 Eylül 1980 Amerikan menşeli diğer askeri darbelerle aynı kefeye konularak değerlendirilemez. Çünkü 12 Eylül 1980 askeri darbesinin hemen sonrasında ABD Pentagon yetkilileri “Ankara’da bizim çocuklar başardı” şeklinde açık bir ikrarda bulunmuşlardır. Ne var ki 27 Mayıs günü ve sonraki süreç içinde ABD ve Pentagon yetkililerinden 27 Mayıs olayı hakkında örtülü de olsa asla bir destek mesajı gelmemiştir.

27 Mayıs’ın ulusal tarihimizdeki yerini anlayabilmek için 1950-1960 döneminde Mustafa Kemal’in kurmuş olduğu CHP’nin bir mensubu olarak manevi acılar çekmiş bir ailenin bireyi olmak bu partide görev almış ve aynı zamanda Halk Evi Başkanlığı yapmış bir babanın Halk Evleri kapatıldığı gün duyduğu ızdırap ve elemin çocuk yaşta da olsa tanığı olmak, bir de bugün Mustafa Kemal’in rozetini yakasına takmaktan imtina eden bir Harbiyeli‘yi değil 27 Mayıs 1960 sabahı, sadece kendisine verilmiş bir görevi yerine getirmekten başka bir suçu olmayan ancak bu uğurda can veren Ali İhsan KALMAZ isimli bir Harbiyeli’nin günlüğünü okumak ve tüm bu tarihsel olaylardan haberdar olmak ve 17 yaşında bir genç olsa da 1960 yılının Nisan ve Mayıs aylarında İstanbul ve Ankara’daki üniversite gençliğine ve bu gençleri okutan değerli öğretim üyelerine yapılan polis baskısını ve onlara reva görülen zulmü gün be gün gerek yazılı basından ve gerekse radyodan takip etmek gerekirdi.

14 Mayıs 1950 sabahına dönersek, şaibeli olduğunu sandık başkanı olarak görev alan rahmetli dayımdan bizzat duyduğum CHP için kötü bir tarih olan, 1946 seçimlerinden sonra büyük devlet adamı İnönü’nün Türk demokrasisine yapmış olduğu tarihsel katkısıyla şaibesiz bir seçim sonucu iktidarı kazanan Demokrat Parti, kuşkusuz ilk yıllarda halk yararına önemli ekonomik başarılar gerçekleştirdi. Ne var ki bu iktidarın göreve gelir gelmez, laik Cumhuriyetin eşsiz önderi Mustafa Kemal tarafından Türk kültürünü, sanatını ve edebiyatını geliştiren ve yayan Halk Evleri’ni ve köylerimizdeki Halk Odalarını kapatması ve Türk kültürüne vurduğu ölümcül darbe asla unutulamaz!

Bu nedenle Demokrat Parti iktidarınca Halk Evleri‘nin kapatılması Cumhuriyet tarihimize bir kara leke olarak geçmiştir. Demokrat Parti iktidarı gerçekleştirdiği bu eylemiyle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları; çağdaş, bilgi ve kültürden yoksun bırakılmış ve ölümsüz kurucu Mustafa Kemal’in hedeflediği Türk toplumunun çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma umudu bu iktidarca yok edilmiştir.

Daha sonraki yıllar DP Atatürk devrimlerinden ödün vermeye başladı. Halktan oy almak amacıyla dini siyasete alet eden Demokrat Parti iktidarı, laik Cumhuriyet yıkıcılarının önderi olan Said-i Nursi’den bile medet ummaya başladı. Yukarıda belirttiğimiz gibi başta Tahkikat Encümeni Kanunu gibi Cumhuriyetin kurucusu CHP’yi ve bir kısım basını baskı altına aldı. Basın, yayın, toplanma ve yürüyüş haklarını ve düşünceyi açıklama özgürlüğünü kısıtladı. Kırşehirlilerin oy verdiği rahmetli Osman Bölükbaşı, milletvekili seçilemesin diye Kırşehir’i ilçe, bazı ilçeleri ise bucak konumuna getirmeye bile tenezzül etti!

Yukarıda belirttiğimiz gibi DP’nin demokrasiye indirdiği son darbe olarak tarihteki yerini alan “Tahkikat Komisyonu” sadece DP’lilerden oluşan, muhalefetten bir temsilci bile alınmayan bir  olağanüstü yetkilerle donatılan bir yargı organı niteliğindeydi.  DP Meclis Grubu üyelerinden oluşan bu yargı organı, kuvvetler ayrılığı prensibini yok etti. Bu encümen 1924 Anayasa’sının ilgili hükümlerini yok sayarak hem savcı ve hem yargıç görevini üstlendi.

Türk ulusal tarihini oluşturmak bakımından son yerel seçimlerden 1. Parti olarak çıkmış olan CHP’nin Türk Silahlı Kuvvetleri ile kol kola girerek 27 Mayıs Harekatı’nı birlikte gerçekleştirdikleri iddiası tarihi gerçeklerle asla uyuşmamaktadır.

Bu konuda şu tarihsel olayı anlatmak gerekirse; 27 Mayıs 1960 sabahı Türk Silahlı Kuvvetleri’nden bir subay,  27 Mayıs Harekatı’nı o sırada Pembe Köşk‘te bulunan İsmet İnönü‘ye haber verilmesi için görevlendiriliyor. Subay, Pembe Köşk’ün zilini çalıyor. Köşkün görevlisi kapıyı açarak ne için geldiğini sorunca Subay, ihtilal olduğunu ve bunu Sayın İnönü’ye bildirmek istediğini söylüyor. Bu konuşmalara uyanan Mevhibe İnönü, aşağı inerek durumu tam kavramaya çalışıyor ancak durumdan o kadar habersiz olmalı ki, İsmet İnönü’yü saat 8’den önce uyandıramayacağını söylüyor. Sadece bu tarihsel olay bile CHP’nin 27 Mayıs İhtilali‘nde iştirakinin olmadığının açık bir kanıtıdır.

Bu konuda tarihe tanık olmak bakımından şahsen yaşadığım naçizane bir olayı bu konuda kanıt olarak nakletmek isterim:

27 Mayıs 1960 sabahı Bursa Erkek Lisesi 2. Sınıfı’nda okuyordum. 27 Mayıs İhtilali nedeniyle okulumuz derhal tatil edilmişti. Ben hemen Mudanya’daki baba ocağına döndüm. Mudanya’daki evimizde 27 Mayıs Harekatı’nı duyan ve bu nedenle bir CHP’li olarak sevinç içinde olması gereken babamın zemin kattaki odada büyük bir üzüntü ve şaşkınlık içinde olduğunu gördüm ve babamın bu durumundan endişe ettim. Oysa rahmetli babam, Mudanya’daki 1950 yılına kadar konuşlanmış 70. Alaydaki yıllar yılı tanıştığı daha önce İstiklal Savaşı’na katılmış ve  1960 yılında hâlâ Türk Silahlı Kuvvetleri’nde çeşitli kademelerde görev almış çeşitli rütbelerde birçok subay arkadaşı vardı. Ayrıca Türk Silahlı Kuvvetleri’nde 1970’li yıllara kadar general rütbesiyle görev yapmış rahmetli amcam Muzaffer SEZGİN’in 1960 yılında Yarbay rütbesiyle NATO görevi nedeniyle ABD’de bulunması ve bu nedenle istihbarata yakın olması nedeniyle bu konudaki bir CHP üyesinin ihtilalden haberinin olmaması düşünülemezdi.

Dolayısıyla bir kez daha tekrar etmek gerekirse; 27 Mayıs ve CHP’yi yan yana anmak, büyük bir tarihsel yanılgıdır. Yukarıda birçok kez yinelediğim gibi, siyasal iktidarların silah zoruyla indirmeyi kabul edilemez buluyorum. Fakat DP döneminin baskıcı rejimini de konuşabilmek Türk Ulusal Tarihi için bir gerekliliktir.

Son olarak şunu da belirtmek gerekirse 27 Mayıs’ı Amerikan menşeli 12 Eylül 1980 darbesinden ayıran temel nokta, 27 Mayıs olayının ürünü olan 1961 Anayasa’sı, dünyanın en ileri anayasalarından biri olmasıdır. 1961 Anayasası öncelikle ve özetle Atatürk devrimlerini, kuvvetler ayrılığını, yargı bağımsızlığını, demokratik parlamenter sistemi, düşünce ve ifade özgürlüğünü, laik sosyal hukuk devletini teminat altına almış ve sendikalaşmanın yolunu açmıştır. İstanbul Hukuk Fakültesi öğrencileri olarak 1962-1963 döneminde ilk kez bizlere öğretilen 1961 Anayasa dünyanın en çağdaş anayasalarından biri olarak ulusal tarihimizdeki onurlu yerini almıştır.

Google News Mudanya Haberleri Telegram MUDANYA Kanalı
Haber Editörü : Tüm Yazıları
Hukukçu| Mudanya Mektubu
YORUM YAZ