31 Mart yerel seçimlerine sayılı günler kala siyasal partilerin seçim çalışmalarının gerek miting meydanlarında gerekse yazılı ve görsel basında hız kazandığı gözleniyor.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin geçenlerde Manisa Soma’da düzenlediği mitingde genç bir Türk vatandaşının kürsüde konuşan CHP Genel Başkanı Sayın Özgür Özel’e doğru kaldırdığı pankartta yazılı “Atatürk ölmedi içimizde yaşıyor” tümcesi her Atatürkçü Türk yurttaşı gibi beni de çok etkiledi.
Atatürk neden ölmedi? Neden hâlâ Türk Milletinin duyarlı evlatlarının yüreğinde yaşıyor ve Türk Ulusu var oldukça yaşamaya devam edecektir?
Bu sorunun özlü bir cevabını 8 Mart Dünya Çalışan Emekçi Kadınlar Günü’nde sosyal medyaya düşen bir videoda bir Cumhuriyet kadını veriyordu. Düzenlediği videosunda; “….Ben Cumhuriyet kadınıyım, takamam yüzüme peçeyi, saramam bedenimi kara çarşafa ve ihanet edemem yüce Atatürk’e…..” diye haykırıyordu.
Bu sorunun yanıtı Atatürk’ün ölümü üzerine 2. Cumhurbaşkanımız rahmetli İsmet İnönü’nün 21 Kasım 1938 tarihinde yayımladığı mesajda yazılıydı.
İnönü, bu mesajında özetle şöyle diyordu:
“…Devletimizin banisi (kurucusu) ve milletimizin fedakar, sadık hadimi (hizmetkarı), insanlık idealinin aşık ve mümtaz siması; eşsiz kahraman Atatürk, vatan sana minnettardır. Bütün ömrünü hizmetine verdiğin Türk milletiyle beraber senin huzurunda tazim ile eğiliyoruz. Bütün hayatında bize ruhundaki ateşten canlılık verdin. Emin ol, aziz hatıran, sönmez meşale olarak ruhlarımızı daima ateşli ve uyanık tutacaktır”.
Atatürk neden insanlık idealinin aşık ve mümtaz simasıydı? Atatürk’ün doğumunun 100. yılında Atatürk’ün bütün dünyada anılması konusunda UNESCO’nun 27 Kasım 1978 tarihinde aldığı kararda “Atatürk kimdir” başlığı altında eşsiz devrimci Atatürk özetle şöyle tanımlanıyordu:
“…Atatürk uluslararası anlayış, iş birliği, barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir inkılapçı, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayırımı göstermeyen, eşi olmayan devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusudur.”
Laik Cumhuriyetin savunulması konusunda yazdığı makalelerini beğeniyle okuduğum CHP Kayseri eski Milletvekili emekli müftü Gani Aşık, 9 Mart 2024 tarihli Cumhuriyet Gazetesi‘nde çıkan bir yazısında laik Cumhuriyet üzerine 12 Eylül faşist darbesiyle düşen koyu gölgeye ilişkin “Karanlığın Kavşağında” başlıklı nefis makalesini şu tümcelerle sonlandırıyordu.
Sayın Gani Aşık’ın izniyle çok küçük düzeltmeler yaptığım yazısının son paragrafı şöyleydi:
12 Eylül faşist darbesi sonucunda oluşan “…..Bu büyük siyasal ve sosyal çalkantılar Türkiye’yi devlet adamı yoksulluğuna mahkûm etti, fırsat ve istismarlardan beslenen siyasal İslam’ın önü de böyle açıldı. Darbenin nitelikli siyasetçi düşmanlığını kimi isimler devam ettirdiler.
Aydınlığın karanlığa yenildiği gibi, Kuran ve Hz. Muhammed, İslam’ı da siyasal İslam’a yenik düşürülmeye çalışıldı. Şöyle ki; gerçek İslam’ın özünde sevgi, şefkat, adalet, hikmet, merhamet ve dürüstlük vardır. Siyasal İslam’ın amacı ise halkı din ile avlamaktır. Emperyalizmin güdümündeki Hizbullah’ın uzantısı ve bölücü partiler milletin kutsal ocağı TBMM’dedir. Şeriat çığlıkları adliye saraylarında, ortaçağ eğitimi ise tüm okullardadır. Bu konuda laik Cumhuriyetimiz alev alev yanmaktadır. Vasıf Çınar, Reşit Galip, Mustafa Necati ve Hasan Ali Yücel’in koltuğunda, İslamcı vakıfları sivil toplum kuruluşu olarak niteleyen bir kişi oturuyor. Yerel seçimlerde gidişata bir sarı kart gösterilmesi ulusal zorunluluktur…”
*
Önümüzde 31 Mart yerel yönetim seçimleri var.
100 yıllık Cumhuriyet tarihimizde adeta bir karşı devrim gibi geçen yaklaşık 22 yılın sonunda Türkiye Cumhuriyeti’nin duyarlı vatandaşları için tüm olumsuzluklardan yoksunluk ve can yakıcı yoksulluklardan kurtuluş fırsatı doğmuştur.
Adil, dürüst, bağımsız Türk yargıçlarının gözetiminde, eşit koşullarda ve yasalara uygun olarak adil bir şekilde yapılacağına inandığımız seçimlerde, Türk ulusunun tüm duyarlı evlatlarına düşen ulusal görev, anayasal demokratik haklarını kullanarak sandık başına gitmektir.
Büyük Atatürk’ün dediği gibi “Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır”.