Türk Milleti özellikle 20. yüzyılın başından itibaren toplum olarak bir beka sorunu yaşamaya başlamıştı. Şahsen benim de inandığım ve mensubu olmakla gurur duyduğum Türk milletinin on milyonlarla ifade edilen duyarlı evlatlarınca da genel kabul görmüş inanca göre Yüce Tanrı tarihimizin bu en buhranlı döneminde Mustafa Kemal’i Türk Milleti’ne mesleklerin en şereflisi olan askerlik mesleği kisvesiyle ve liderliğiyle, yine üstün bir ahlak ve vatan sevgisiyle mücehhez bir halaskar olarak göndermiştir.
19 Mayıs 1919’da 18 arkadaşı ile beraber Türk Vatanını düşman işgalinden kurtarmak ve yeniden istiklaline kavuşturmak amacıyla Bandırma Vapuru ile Samsun’a çıktı. Mustafa Kemal Samsun’dan sonra Amasya Mülakatı, Erzurum ve Sivas Kongrelerini gerçekleştirdi ve 27 Aralık 1919 günü Ankara’ya geldi ve Ankara halkı tarafından büyük bir coşku ile karşılandı.
Mustafa Kemal Ankara’ya gelişinden 3 ay 27 gün sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni yine Ankara halkı başta olmak üzere Türk Milleti’nin büyük bir desteği ile açtı. Mustafa Kemal’in Samsun’dan başlayıp TBMM’nin açılışı ile sonlanan bu olağanüstü eylemi onun üstün niteliklere haiz bir lider ve halaskar olduğunu gösteren çok önemli bir kanıttır.
Ama asıl Mustafa Kemal liderliğinde gerçekleştirilen Türk devriminin en önemli niteliği “Ulusal Egemenliğin” bir hanedandan alınarak Türk Milletine (onu temsilen Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne) verilmesidir.

Ne yazık ki; 23 Nisan 1920 tarihinden yaklaşık 100 yıl sonra, bugün Türk Milletini temsil eden Büyük Millet Meclisi gerçekleştirilen anayasal değişikliklerle büyük ölçüde anayasal işlevlerini yitirmiş, dünyada bir benzeri olmayan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet” sistemine geçilmiştir.
Böyle bir sistemin Türk Halkı yararına olmadığı özellikle son yıllarda yaşanan iç ve dış sorunlar, ekonomik bunalımlarla Türk Milletini umarsız hale getirmiş, Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir geçim sıkıntısı içerisine düşürmüştür.
Yine ülkemizin laik Türkiye Cumhuriyeti Anayasası hükümlerine ve Cumhuriyet Kanunlarına göre yönetilmesi esas olması gerekirken; Türk halkının din kurallarına göre yönetilmesini isteyenler ülkemizde tarikatlar ve cemaatler vasıtasıyla organize ve etkin hale getirilmiştir.
Oysa ölümsüz liderimiz Mustafa Kemal 100 yıl öncesinden Türk Milleti’ne şöyle sesleniyordu:
“… Artık Türkiye din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa, kendilerine başka taraflarda sahne arasınlar…”
Unutmayalım ki, ulusal tarihini unutan bir millet yavaş yavaş yok oluşa doğru gider.
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın 102. Yıldönümünü kutladığımız bugün de ULUSAL EGEMENLİĞİN KAYITSIZ ŞARTSIZ TÜRK MİLLETİ’ne ait olduğunu tekrarlıyoruz.
Türk Milleti Büyük Atatürk’ün ufukta yeniden parıldayan o çağdaş uygarlık ışığına doğru üstün bir gayret ve kararlılıkla, ancak meşru zeminlerde ve anayasal demokratik haklarının sınırları içinde kalmak şartıyla yürümesi gerektiğine inanıyoruz.
Her zaman inançla tekrarladığım gibi gayret Türk Milletinden Hidayet ve Tevfik ancak Allah’tandır.