Yıl 2001… 3 Kasım’da seçimlerin gündeme gelmesiyle sevgili siyasilerimiz de partilerine ürün toplama kampanyasına başladılar.
O nedenle de her kafadan çıkan ayrı sesler armonisine dayanmak hayli zor! Hele de bazı rahatsızlık sorunları olan Sayın Başbakanımızın işi daha da zor olsa da Ecevit gibi deneyimli siyasilerimiz bir şekilde seçmenlerinin oylarıyla sapla samanı ayırarak partilerine ve de kendilerine bir çıkış yolu bulurlar.
Zira günümüzdeki bu seçim sistemiyle herhangi bir siyasi partinin tek başına iktidara gelmesi olanak dışı. Şayet bir sürpriz olmadığı taktirde de yine bir koalisyona gebeyiz! Tanrı cümlemizin yardımcısı olsun.
Kamuoyunu yakından ilgilendiren Sayın Derviş’in haftalar süren kararsızlığı sonunda sonuçlandı ve kesin kararını bir açık oturumla basına açıkladı. “Yeni bir parti kurmayacağı gibi hiçbir partiye de girmeyeceğim” mesajını da veriyordu. Sayın Derviş’in kişisel kararına saygı duyarken önümüzdeki seçimde ipi göğüslemelerini nasıl da isterdim. Nedeniyse sevgili ülkemizin hiçbir olumsuzluğuyla gündeme gelmemiş böylesi temiz geçmişi olan adamlara öylesine ihtiyacı var ki… Zira güzel ülkemizin geçmişi bir takım olumsuz gelişmelerin yeşerip yerleşmelerine imza atıp parmak kaldıran siyaset adamlarına artık tahammülü kalmadı.
Geçen hafta sonu erkek kardeşlerim beni dedemizin içinde uzun yıllar yaşadığı köye davet etti.
Eşimle birlikte gittik. 30 haneli köyün tüm çevresi göz alabildiğine yeşilliklerle kaplı nefis bir ortam… Köyün sakinleri bu toprakları ekip biçseler de esas geçim kaynakları hayvancılıkmış. Sürüsünü otlatan çobana sordum: “Bu besili inekler günde kaç litre süt veriyor?”… “İneğin cinsine göre değişir bacım” diyerek otlattığı sürüyü eliyle gösterdi ve ekledi: “Bunların içinde 10 litreden tutun da ineğin cinsine göre arttıkça artar…”
Köyün içini gezerken gördüğüm manzaralar içimi gerçekten acıttı. Nedeniyse günümüz gençlerinin köyü terk edip Bursa yada civar yerleşim yerlerine göçmeleri sonucu köyün ilkokul binası metruk bir konumda olsa da dedemizin elleriyle diktiği okulun bahçesindeki minik dut fidesi bugün de hayattaydı.
Dedemi tanımamış olsam da bu ağaca sevgiyle sarılmak istedim ama yılların birikimiyle gövdesi öylesine kalınlaşmıştı ki, ellerim birbirine erişemedi. Köyün ineklerinin barınıp sağıldıkları ortamlarsa hijyenik açıdan tam manasıyla bir faciaydı! Gördüğüm bu ortamı gerçekten ifade edemem.
Milyonlar değerindeki bu inekler neredeyse tezek yığınları deryasının yamacında son sistem makinelerle sağılırken bundan bir süre önce ilkokul arkadaşımın daveti üzerine gittiğim Almanya ve Hollanda’da gördüklerimdi…
İşte hafızama işlenen karelerden biri de; Almanya’nın Hollanda sınırına yakın küçük bir köyün mandırası oldu. Gün bitimine doğru otlaktan dönen inekler hijyenik bir ortamda süt sağım makineleriyle sağılırken, çiçeklerle bezeli bahçelerin diğer bölümlerinde yaşayan aileleri ve de bizi rahatsız eden ne bir sinek, ne nahoş bir koku, ne de gözü tırmalayan yaşı, kurusu tezek yığınları…
Düşünüyorum da bizi Avrupa Birliği’ne A’dan Z’ye bozuk bir düzensizlik içinde yönetilmeye çalışılan aziz ülkemi nasıl kabul edecekler? Salta idam yasasının iptaliyle de bu işler pek de olacak gibi görünmüyor.
Evvela toplumca kendimize bir çeki düzen vermemiz gerek!