Genç meyhanecinin yüzünden can sıkıntısının izleri okunuyordu. Herhalde bu gece için bir şeyler düşünüyordu. Belki sevgilisi vardı. Kimbilir belki de başka bir şeye canı sıkılıyordu. Derin bir soluk aldıktan sonra bu gece yılbaşı diye mırıldandı. “Bu geceyi de atlatıyoruz…”
Sonra işine devam etti. Komşu kunduracı son yudumu içmişti. Bardağı masanın köşesine iterek, “Bu gece çok yalnızsın” dedi. Bekçiler gelmez mi? Meyhaneci, “Bu gece geleceklerini pek sanmam” diye yanıtladı.
Bu gece sarhoşları kovalarlar” dedi ve ekledi: “Her gece bu saatlerde burada olurlardı. Ama bugün hiç belli olmaz”.
Kunduracı başıyla onaylayarak, “Ne yapsınlar. Böyle günleri bekliyorlardır” dedi. Delikanlı, elindeki süngerle tezgahı silerken de bizim pederin tutturması işte, “O halen buraya kendi zamanın gibi sanıyor. Eskiden burası çok işlekmiş. Limana sık sık yabancı gemiler gelirmiş. Bütün tayfalar, bütün ateşçiler, liman lokantasını sorar buraya koşarlarmış. O zamanlar burada her gün 6 çeşit yemek pişermiş. Ama bugün buraya mahalle bekçileriyle 3-5 işsizden başka uğrayan yok”. Bir an durdu, sonra devam etti:
“Baban halen buranın işleyeceğini bekler durur. Varsın beklesin bakalım”.
Kunduracı başını kaldırdı, “İnsan umutla yaşar umutla” dedi. Meyhaneci elindeki süngeri bırakıp gözlerini ona çevirdi. “Evet, evet” diye bağırdı, “Umut, umut” diyerek bir an soluk aldı sonra devam etti: “Umut etmek, umut etmek ve yalnızca düş görmek. Bunları hepside güzel şeyler. Ama gerçek şu ki, insanlar parayı nerede bulsalar, yaşamı da mutluluğu da orada ararlar”. Derin bir soluk aldıktan sonra kunduracıya sordu: “Yalan mı ya?”. Kunduracı duraksayarak ona baktı, “Söylediklerin doğru” diye onayladı. “Ama bu yaşatan sonra ne yapsın oğlum? Yetmişine merdiven dayadı artık çalışamaz. O yüzden burayı sana bıraktı. Bundan böyle her şey senin. Onarmak gerekirse başka bir biçime sokmak, artık bunların hepsi sana düşüyor. Delikanlı, tam 6 yıldır bu meyhaneyi ben işletiyorum” dedi. Sonra sesine özel bir anlam katmaya çalışarak ekledi: “Sana gerçeği söyleyeyim mi? Bunca yıldır buradayım halen elime toplu bir para geçmedi”. Kunduracı onun sıkıntısını paylaşmaya çabaladı. Tanrı bir kapıyı kaparsa ötekini açar. Bu sözler delikanlıyı umutlandıracağına, sinirlendirdi! “Açar derler ama vergi almaya gelen tahsildarın bundan haberi yok. Bak işte bu gece yılbaşı. İkimiz burada kumrular gibi söyleşip duruyoruz. Çevrene bir bak. Arka masalardan oturan aptalı işaret ederek ‘Şu aptaldan başka biri var mı burada’ dedi. Sonra ihtiyarın masasına oturarak konuşmasını sürdürdü. ‘Bu aptal her akşam aynı saatte buraya gelip oturur. İçtiği bir bardak şarap. O da 40 kuruş. Bugüne kadar tek bir laf ettiğini duymadım. Çünkü dilsizdir. Çevremde hep tuhaf insanlar, uyuşmuş beyinler, rafta aynı bardaklar, ötede masalar, aynı iskemleler, aynı pislik ve aynı yoksulluk…”
Giderek hınçlanan sesi, bir küfürle noktalandı. Küfrü izleyen sessizlikte yaşlı kunduracı, öte yana döndü. Aptal ise başını kaldırıp gülümseyerek meyhaneciye baktı. Genç meyhaneci, söyleyeceklerini daha bitirmemişti.
“Her fırtınadan sonra gökkuşağı görünürmüş” dedi. Bıktım bu laflardan, beylik sözler bunlar. Sabretmek, beklemek, bu köhne yere kapanıp kalmak. Delikanlı konuşurken dilsiz başıyla onu onaylıyor. Gitgide kendinden geçerek acayip sesler çıkarıyordu. Bir ara kapkara dişlerini göstererek gülmeye başladı. Meyhaneci ona dönerek “Her şeyden çok da, şu aptalın bakışlarından bıktım. Üstelik yalnızca 40 kuruş için… Bende onun gibi dilsiz olmak isterdim. Belki daha huzurlu biri olurdum” dedi.
Tam o sırada meyhanenin önünden naralar atan bir kaç sarhoş geçti. Meyhaneci, “İşte içmişler, sarhoş olmuşlar”. Sesini birden yükselterek, “Bıktım artık bu kabustan. Bende yaşamak istiyorum. Tanrı neden beni görmüyor? Başkalarına bahşettiğini neden benden esirgiyor? Neden böyleyim? O sırada meyhanenin kapısı açıldı. İki bekçi içeri daldı. Meyhanecinin yanında oturan bekçi, “İşte sonunda geldiler” dedi. Yeni gelenler, “Çabuk ol. Genelevde sarı kızın canı çıkacak neredeyse” dediler.
İşte tam o sırada kentin bütün düdükleri ötmeye başladı. Her şey yine eski canlılığına bürünüverdi. Dışarıdan gelen sesler, limanda yanıp sönen renkli ışıklar, yeni bir yıla girildiğini müjdeliyordu.
Sevgili okurlarım,
Yukarıda okumuş olduğunuz öykünün yazarı notlarına kısa bir göz gezdirirken şöyle der:
“Ben ilk öykümü, bundan 64 yıl önce, son öykümü ise babamın ölümünün ardından 1986 yılında kaleme almışım” diyen yurt içi ve yurt dışı dünya çapında başarı ödüllerinin de sahibi olan fotoğraf sanatının sahibi olan, duayen isim Ara Güler’den başkası değildir.
Işıklar içinde uyusun.
Genç meyhanecinin yüzünden can sıkıntısının izleri okunuyordu. Herhalde bu gece için bir şeyler düşünüyordu. Belki sevgilisi vardı. Kimbilir belki de başka bir şeye canı sıkılıyordu. Derin bir soluk aldıktan sonra bu gece yılbaşı diye mırıldandı. “Bu geceyi de atlatıyoruz…”
Sonra işine devam etti. Komşu kunduracı son yudumu içmişti. Bardağı masanın köşesine iterek, “Bu gece çok yalnızsın” dedi. Bekçiler gelmez mi? Meyhaneci, “Bu gece geleceklerini pek sanmam” diye yanıtladı.
Bu gece sarhoşları kovalarlar” dedi ve ekledi: “Her gece bu saatlerde burada olurlardı. Ama bugün hiç belli olmaz”.
Kunduracı başıyla onaylayarak, “Ne yapsınlar. Böyle günleri bekliyorlardır” dedi. Delikanlı, elindeki süngerle tezgahı silerken de bizim pederin tutturması işte, “O halen buraya kendi zamanın gibi sanıyor. Eskiden burası çok işlekmiş. Limana sık sık yabancı gemiler gelirmiş. Bütün tayfalar, bütün ateşçiler, liman lokantasını sorar buraya koşarlarmış. O zamanlar burada her gün 6 çeşit yemek pişermiş. Ama bugün buraya mahalle bekçileriyle 3-5 işsizden başka uğrayan yok”. Bir an durdu, sonra devam etti:
“Baban halen buranın işleyeceğini bekler durur. Varsın beklesin bakalım”.
Kunduracı başını kaldırdı, “İnsan umutla yaşar umutla” dedi. Meyhaneci elindeki süngeri bırakıp gözlerini ona çevirdi. “Evet, evet” diye bağırdı, “Umut, umut” diyerek bir an soluk aldı sonra devam etti: “Umut etmek, umut etmek ve yalnızca düş görmek. Bunları hepside güzel şeyler. Ama gerçek şu ki, insanlar parayı nerede bulsalar, yaşamı da mutluluğu da orada ararlar”. Derin bir soluk aldıktan sonra kunduracıya sordu: “Yalan mı ya?”. Kunduracı duraksayarak ona baktı, “Söylediklerin doğru” diye onayladı. “Ama bu yaşatan sonra ne yapsın oğlum? Yetmişine merdiven dayadı artık çalışamaz. O yüzden burayı sana bıraktı. Bundan böyle her şey senin. Onarmak gerekirse başka bir biçime sokmak, artık bunların hepsi sana düşüyor. Delikanlı, tam 6 yıldır bu meyhaneyi ben işletiyorum” dedi. Sonra sesine özel bir anlam katmaya çalışarak ekledi: “Sana gerçeği söyleyeyim mi? Bunca yıldır buradayım halen elime toplu bir para geçmedi”. Kunduracı onun sıkıntısını paylaşmaya çabaladı. Tanrı bir kapıyı kaparsa ötekini açar. Bu sözler delikanlıyı umutlandıracağına, sinirlendirdi! “Açar derler ama vergi almaya gelen tahsildarın bundan haberi yok. Bak işte bu gece yılbaşı. İkimiz burada kumrular gibi söyleşip duruyoruz. Çevrene bir bak. Arka masalardan oturan aptalı işaret ederek ‘Şu aptaldan başka biri var mı burada’ dedi. Sonra ihtiyarın masasına oturarak konuşmasını sürdürdü. ‘Bu aptal her akşam aynı saatte buraya gelip oturur. İçtiği bir bardak şarap. O da 40 kuruş. Bugüne kadar tek bir laf ettiğini duymadım. Çünkü dilsizdir. Çevremde hep tuhaf insanlar, uyuşmuş beyinler, rafta aynı bardaklar, ötede masalar, aynı iskemleler, aynı pislik ve aynı yoksulluk…”
Giderek hınçlanan sesi, bir küfürle noktalandı. Küfrü izleyen sessizlikte yaşlı kunduracı, öte yana döndü. Aptal ise başını kaldırıp gülümseyerek meyhaneciye baktı. Genç meyhaneci, söyleyeceklerini daha bitirmemişti.
“Her fırtınadan sonra gökkuşağı görünürmüş” dedi. Bıktım bu laflardan, beylik sözler bunlar. Sabretmek, beklemek, bu köhne yere kapanıp kalmak. Delikanlı konuşurken dilsiz başıyla onu onaylıyor. Gitgide kendinden geçerek acayip sesler çıkarıyordu. Bir ara kapkara dişlerini göstererek gülmeye başladı. Meyhaneci ona dönerek “Her şeyden çok da, şu aptalın bakışlarından bıktım. Üstelik yalnızca 40 kuruş için… Bende onun gibi dilsiz olmak isterdim. Belki daha huzurlu biri olurdum” dedi.
Tam o sırada meyhanenin önünden naralar atan bir kaç sarhoş geçti. Meyhaneci, “İşte içmişler, sarhoş olmuşlar”. Sesini birden yükselterek, “Bıktım artık bu kabustan. Bende yaşamak istiyorum. Tanrı neden beni görmüyor? Başkalarına bahşettiğini neden benden esirgiyor? Neden böyleyim? O sırada meyhanenin kapısı açıldı. İki bekçi içeri daldı. Meyhanecinin yanında oturan bekçi, “İşte sonunda geldiler” dedi. Yeni gelenler, “Çabuk ol. Genelevde sarı kızın canı çıkacak neredeyse” dediler.
İşte tam o sırada kentin bütün düdükleri ötmeye başladı. Her şey yine eski canlılığına bürünüverdi. Dışarıdan gelen sesler, limanda yanıp sönen renkli ışıklar, yeni bir yıla girildiğini müjdeliyordu.
Sevgili okurlarım,
Yukarıda okumuş olduğunuz öykünün yazarı notlarına kısa bir göz gezdirirken şöyle der:
“Ben ilk öykümü, bundan 64 yıl önce, son öykümü ise babamın ölümünün ardından 1986 yılında kaleme almışım” diyen yurt içi ve yurt dışı dünya çapında başarı ödüllerinin de sahibi olan fotoğraf sanatının sahibi olan, duayen isim Ara Güler‘den başkası değildir.
Işıklar içinde uyusun.