Son yıllarda bazı değer yargılarımız gibi paramızın da alım gücünü hızla yitirmesi nedeniyle olsa gerek toplum olarak neredeyse Euro ile yatıp Dolarla kalkar olduk. Halkımızın TL’ye olan esi güveni pek kalmadığı gibi galiba bu hükümete de kalmamış olmalı ki bazı kesimlerden huzursuz sesler yükselmeye başladı.
Oysa Sayın Başbakanımız her vesileyle “Ben halkımı enflasyon canavarına ezdirmem” diyorsa da bu huzursuz sesler genelde bu canavara yenik düşmemek için canını dişine takarak adeta bir yaşam savaşı veren kesimlerden geliyor.
Parasal açıdan güçlü üst düzey kesimlerdense pek ses duyulmuyor. Oysa beş yıldızlı otellerimizin muhteşem avizelerinin göz kamaştıran ışık kümelerinin aydınlattığı balo salonlarında elde buhara kristal kadehlerle sunulan içkilerini yudumlarken etraflarına da gülücükler dağıtmaları insanın aklına ister istemez şöyle bir soru getiriyor ve içinizden “Herhalde bunlar da kara paralarını aklamış olmalılar ki böylesi güzel görüntüler sergileyebiliyorlar” diyorsunuz. Oysa tarih kitaplarına kısaca bir göz attığımız da asla yıkılmaz denen imparatorlukların bir anda göçüp gittiklerini yine tarih bilginleri belgeleriyle yazıp gelecek kuşaklara bırakmışlar. Oysa bu çöküşler siyasi olduğu gibi çoğu kez de gerçek ses olan halkın sesine kulaklarını tıkamış olmalarıdır.
Bugün içinde bulunduğumuz ekonomik kriz nedeniyle toplumumuzun sabit gelirli kesim için yaşam adeta yaşanmaz bir hale geldi. Zira geliri belli, gideriyse belirsiz olan bu kesimin gerçekten yaşamı zorlaştı.
Sayın Başbakanımız Tansu Çiller’in 5 Nisan kararlarıyla birlikte piyasa adeta 7,6 şiddetinde bir deprem olmuşçasına sarsıldı. Bu arada çarşı ve pazarlardaki fiyatlar aldı başını gidiyor. Bu devletin işçisi, memuru sabit gelirlisi emeklisi ve de küçük esnafı çaresizlik içinde kıvranırken diğer bir kesimin bütün bunlardan bir habermiş gibi görüntüler sergilemeleri elbette bu çaresiz kesimi daha da derin bir mutsuzluğa itiyor olmalı ki son aylarda hastanelerimizin psikiyatri servislerine gelen hastalarda bariz bir artış gözlenirken, intihar vakalarında da bir arış söz konusu olurken genellikle de genç kesimden oluşu da ayrıca düşündürücü. Bu gençlerin intihara yönelmelerinin başlıca nedeni bugün için işsizlik kendime olan özgüven duygusunu yitirme ve gelecekten ümitsiz bir yaşam sonucu bu işlemi seçtiklerini söylemeleriydi. Diğer yandan alkol ve daha başka maddelere karşı gençler arasında da bir artış gözlendiğini de basından öğreniyoruz.
Diğer bir konuya da kısaca değinmek istiyorum.
Bir ihbar sonucu ahlak zabıtasınca tutuklanıp merkeze getirilen bir genç kızımız özet olarak şunları söylüyordu. “Dar gelirli bir ailenin ilk çocuklarıyım. Benden başka dört kardeşim var. Bir yüksek okulun falanca bölümünden mezunum. Çalışmak mecburiyetindeyim. Bir yıldır pek çok işyerine başvuruda bulundum. Aldığım cevaplar hep aynı oluyordu. Şu an size göre boş yerimiz yok yada şu formu doldurun gerektiğinde biz, sizi çağırırız. Bu sözler boş bir ümitten öteye hiçbir anlam taşımıyordu. Oysa benim bir an önce bir iş bulup çalışmaya gereksinim vardı. Ailem beni yetiştirmek için yeterince fedakarlık yapmışlardı. Onlara daha fazla yük olamazdım ve çok çaresizdim. İnsan bir yere kadar dayanıyor sonunda sizin de gördüğünüz gibi bugün tutuklanıp buraya getirildim. Birazdan bir hastanenin Zührevi Hastalıklar Servisi’ne muayeneye götürüleceğim” derken de elinin tersiyle gözlerinde biriken gözyaşı damlalarını siliyordu. Bu talihsiz genç kızımız gibi daha kim bilir niceleri namuslarıyla bir iş bulamamaları sonucu yürekleriyle değil de bedenleriyle ailelerine daha da yük almamak ve kendi geçimlerini sağlamak amacıyla bu zor ve de onur kırıcı iş yapmak mecburiyetinde kalıyorlar.
Özetle toplumumuza hüzün veren bu görüntüleri görmemezlikten gelemeyiz. Ne yapalım bu onların alın yazılarıymış deyip de kendimizi de temize çıkartamayız. Çünkü onlar da bu dünyaya isteyerek gelmemişlerdi ama bizler onları isteyerek dünyaya getirmiştik ve onlar da dünyaya gelirken arı bir su damlası gibi temiz ve masumdular. Hatırdan çıkarmamız gereken bir konuda hiç kimse kendi hayatını ve geleceğini isteyerek mahvetmez. Çoğu zaman insan içinde bulunduğu koşulların zorlamasıyla bir çıkmaza zorlanır.
Özetle bu yoğun nüfus ve plansız nüfus artışı önlenmedikçe, köylerden kentlere göçler durdurulmadıkça, yeni iş ortamları sağlanmadıkça toplum olarak bilinçsizce tüketmekten vazgeçip üretkenliğe geçilmedikçe içimizi acıtan bu gibi yaralar daha da derinleşecektir.