Derse girmeden önce bir öğrenci yüksek sesle A, O, U gibi sesler çıkarıyordu. Bu çocuk galiba delirdi diyordum.
Derse girince öğretmen beni bu sıraya oturttu. Defterime A, O, U, I, E, Ö, O, Ü, İ harflerini yazdı ve sıra arkadaşım gibi okumaya başladı. Benim de aynı sesleri çıkarmaya çalışmamı emretti. Bir kaç tekrardan sonra yanımdan ayrıldı. Sıra arkadaşımın benden önce bu harflerin okunuşunu öğrenmiş olduğunu anladım.
Öğretim harf metodu ile yapılıyordu. Latin alfabesi (yeni Türk harfleri) yeni kabul edilmişti. Öğretmenden başka bilen ve okuyup yazan çevremizde yok sayılırdı. İlk dersten sonra bu alfabe dersinde öğretmen bir kaç harf daha tahtaya yazdı ve bize de yazdırdı. Okunuşlarını, seslerini öğretti. Sesli ve sessiz harfler arasındaki ilgiyi anlattı. Kısa zaman sonra okuma yazma çalışmaları başladı.
Arkadaşlar, öğretmenin söylediklerini yazacak seviyeye geldiler. Ben harflerin adını ve yazılışını öğrendim. Fakat bir türlü söylenen kelimeyi yazamıyordum.
Sınıfın geri öğrencileri arasında idim. Buna çok üzülüyordum. Ben de okuma arzusundaydım. Öğretmenden aferin almak, sevilmek istiyordum.
Şubat ayının ortalarında bir akşamüzeri evde kendimi kontrol edici çalışmalar yaptım. Ancak söylediğim kelimelerin hiçbirini yazamadım. Çok üzüldüm. Kalemimi fırlattım, defterimi yırttım, okuma yazma çalışmalarından vazgeçtim! Çok üzgün şekilde erkenden yattım. Sabah olunca bir deneme daha yaptım. Hayretler içinde kaldım. Söylediğim her kelimeyi yazıyor, yerimde duramaz haldeydim.
Çantamı aldığım gibi okulun yolunu tuttum. Kendime güveniyor, kendimi göstermek için tahtaya kalkarak, tahtada yazanların hatalarını görüyor, yanlış yazıldığını haykırıyor fakat sözüme aldıran da yoktu. O gün öyle geçti. Ertesi gün benim heyecanım öfkeye dönüştü. Öğretmene çatarcasına tahtaya kalkmak istediğimi söyledim. Öğretmen, ‘Gürültü etme, gel de boyunu görsünler’ dedi. Tebeşiri elime aldım. Öğretmene ‘söyleyin’ dedim. O da bazı kelimelerin yanı sıra birkaç cümlelilik kelimeler söyledi. Hepsini de çok güzel bir yazı ile noksansız yazdım. Öğretmen hayret etti. Sen okuma, bu güzel yazıyı ne zaman, nerede ve kimden öğrendin? ‘Dün akşam kendi kendime’ dedim. Bir anda sınıfı ileri öğrencilerinden olmuştum.
Öğretim yılı sonuna doğru maariften çalışkan, başarılı üç çocuk gönderilmesi istenmişti. Öğretmen de üçüncü sınıftan iki, birinci sınıftan beni seçti. Bir yazı ile üçümüzü kaza Maarif Memurluğu’na gönderdi. Bu vesile ile ilk defa bir kaza merkezi çarşı ve pazar görme fırsatı elde ettim. Üç öğrenci yazıyı yerine verdik diyerek yazısına devam eden neredeyse Cumhuriyet tarihimizle yaşıt öğrenme ve öğretim tutkusunun esiri olarak belirlediği yaşamına bütün öncülerin karşılaştığı, aşılamaz denen zorluk ve engelleri sarsılmaz iradesiyle aşarak hem kendi kuşağına, hem de gelecek kuşaklara örnek olan bu aydın kişi kim mi?
Artvin’in Ardanuç ilçesinin Akarsu köyünde doğan ve o yılların çok zor koşullarına karşın o akraba evlerinde kalarak okudu, eğitimini tamamladı ve öğretmen oldu.
43 yıllık meslek yaşamında müfettişliğe kadar yükselen ve 1992’de aramızdan ayrılan saygıdeğer öğretmenlerimizden Hesabali Turan olup yaşamı süresince kendisinin kaleme almış olduğu günlük notlarını hocamızın ölümünün ardından oğulları tarafından bulunur, ardından Yapı Kredi Yayınları tarafından kitaplaştırılarak 1998 yılında “Bir eğitimcinin öyküleri” ismiyle kitapevlerinin raflarında yerini alarak okurlarla buluşması sağlanır.
Sevgili okurlarım, yazımı Cumhuriyetimizin yetiştirdiği bu aydın eğitimcimizin, ‘Yol harçlığı’ anısıyla noktalar esenlikler dilerim.
Öğretmen Okulunun ikinci sınıfına devam edeceğim ama babam rahatsızlandı, para kazanamadı. Okula gidebilmem için 5-10 lira kadar paraya muhtacım. Köyde eş, dost, akraba civardaki zenginlerden 5-10 lira istedik, ‘yok’ cevabı aldık. Okula gitmem imkansızlaşmıştı. Yol harçlığı mutlaka temin edilmeliydi. Fakat bütün umduğumuz dağlara kar yağmıştı!
Çok uzaklarda bizimle en küçük hısım akrabalığı olmayan bir kişi aklıma geldi. Son bir ümit bu uzak dağ arkasındaki kişiydi. Bu kişi Artvin’de tahsisat mümeyyizi olarak çalışan Fazıl Demirel’di. Bu kişiyle ortaokul sınıfındayken tanışmıştım. Memur olmak için imtihana gelmişti. Bazı bilgi tereddütlerinin çözümüne yardımcı olmuştum. İmtihanı kazandı, memur oldu. Her ay maaş alıyordu. Belki bana 5-10 lira para verir ümidiyle köyümden 100 kilometre uzaklıktaki bu tanışın yanına gittim, derdimi anlattım.
“Sıkma kendini, Allah büyüktür. Sabah olsun bir çaresine bakarız” dedi. O akşam beni misafir etti. Ertesi gün dairesine gittim. Bir zarf içinde biriktirdiği metal paraları masa üzerine döktü, saydı. Bütün para 925 kuruştu. “Tasarrufum bu. Al, güle güle harca. Tahsil hayatında başarılar dilerim” dedi. Dünyalar benim oldu.
Bu sayede okula gittim. Tahsil hayatımı tamamladım.