Ulusal tarihimizde iki önemli 26 Ağustos var: İlki 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi, ikincisi ise Türk Orduları’nın işgalci Yunan Ordularına karşı kesin sonuçlu saldırıya başladıkları gün olan 26 Ağustos 1922.
26 Ağustos 1989 günü Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan “Hangi 26 Ağustos” başlıklı naçiz makalemde özetle şu görüşlerimi paylaşmıştım:
“Ulus bilinci olmayanlar ilkini anıp, ikincisini yok sayıyor ve şöyle yüceltiyorlar:
1071’deki 26 Ağustos günü, Selçuklu Sultanı Alparslan Malazgirt’te, kafir Bizans İmparatoru ‘Diogenes’ ile din uğruna savaşıyor. O gün sadece İslam’ın sancağını yükseltmeyi düşünüyordu.
Bu tarihten 851 yıl sonra 1922 yılının 26 Ağustosu’nda, Afyon ile Ahırdağı arasında mevzilenen Türk askerlerinin ise bir tek düşünceleri vardı: ‘Ellerinde kalan son Türk yurdunu işgalcilerden kurtarmak, bağımsız ve onurlu bir ulus olarak özgürce yaşayabilmek’.
KOCATEPE’DEN VERİLEN BUYRUK
Evet, 26 Ağustos 1922 günü şafak vakti, mevzilerinde, Kocatepe’den verilecek saldırı emrini sabırsızlıkla bekleyen Türk askerlerinin artık tek amaçları vardı:
“Son Türkelini korumak ve işgalci düşmanı vatanın harim-i ismetinde boğmak!”. Anadolu topraklarının emperyalistlerce bölüşülmesi ve acılarla dolu Yunan işgali, Türk halkının aklını başına getirmiş, Türk halkı, ulus olduğunu yeniden duyumsamış, Türk’ün ulusal duygusu yüreğini ateşlemişti. Anadolu insanı işgalcilere karşı başlatılan savaşın amacını kavrayarak yeni bir ülkü ile savaşıyordu artık. Bu din duygusu değil, vatan duygusu ve yurt sevgisi idi. Bunun için Sakarya’da bir ölüm kalım savaşı veren Türk askerlerine ve tüm ulusa ‘vatandaş’ sanıyla hitap ediliyor ve ‘… Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz…’ deniyordu. Türk askerleri bu buyruğa üstün bir ahlak anlayışı ve büyük bir özveri ile uyguladılar. Sakarya boylarında 22 gün 22 gece yiğitçe direndiler. Vatanları uğruna orada canlarını vermekten çekinmediler.
Türk Ordusu’nu, Sakarya günlerinden sonraki 1 yıl içinde 26Ağustos’ta büyük bir saldırı gücüne ulaştırıp, O’nu zaferle kucaklaştıran sır neydi? ‘Bu sır kuşkusuz tutarlı olmakta, üstün bir cesarette ve büyük bir sorumluluk duygusunda, vatan ve ideallerin uğruna gerektiğinde kendini feda etmeye hazır olmakta, kısacası tüm bu unsurları içeren komutanların buyruğundaki aynı değerlerle bezenmiş Türk askerlerindeydi
HANGİ 26 AĞUSTOS?
36 yıl önce, 26 Ağustos 1988 Cuma günü Bursa Ulucami’de Cuma söylevi için minbere çıkan İmam Efendi’yi izlemiştim. O gün, 26 Ağustos 1922 ulusal günümüzden 851 yıl önceki Malazgirt’ten, orada din uğruna yapılan cihattan söz ediyor, ama 66 yıl önceki o kutsal günden kendisine o Cuma söylevlerini özgürce verebilme, Türk halkına yeniden ‘ulus’ olabilme olanağı kazandıran 26 Ağustos’tan tek bir sözcükle de olsa söz etmiyordu.
Ne var ki bu inkâr, tarihsel gerçeği hiçbir şekilde değiştiremiyordu. Çünkü laik Türkiye Cumhuriyeti Sevr’e korkakça imza koyan ‘ümmetçi’ ve şeriatçılarca değil, dürrizadelerin boyunlarına geçirdiği idam fermanlarına karşın Sevr’e yiğitçe direnip, bu uğurda emperyalistlerle savaşan yurtseverlerce kurulmuştu.
Bu nedenle Türk Ulusu, ulusal tarihini ve 26 Ağustoslar’ın ve Türk devriminin gerçek öyküsü, Türk halkının belleğinden silinmediği sürece, bugün ‘milliyetçilik’ kılıfına bürünen, ‘ümmetçi ve şeriatçı’lar, bu vatanda rahatça at oynatamayacaklar, tarikatlar ve cemaatler bu ülkede sürgit egemen olamayacaklardır!
Tarih 26 Ağustos 1968. Şu anda Bursa Barosu’na kayıtlı avukat olarak mesleğini sürdüren o dönem Afyon Lisesi Edebiyat Öğretmeni olan değerli meslektaşım Sabri Tanrıkut, öğretmen arkadaşlarıyla, konuşmacılardan birisinin Kurtuluş Savaşımızın Süvari Kolordu Komutanı Fahrettin Altay Paşa olan törene katılmış ve törende Fahrettin Altay’ın konuşmasını izlemişti. O gün Fahrettin Altay Paşa’nın konuşmasını bize şu şekilde nakletmişti:
“Bir albay, Fahrettin Altay Paşa’nın koluna girdi. Kürsüye çıkmasına yardımcı oldu. Konuşma süresince de elinde bir şemsiye ile O’nu güneşten korudu.
Fahrettin Altay Paşa konuşmasına şöyle başladı:
“Bana Mustafa Kemal’i anlatır mısınız? dediler. Ben de memnuniyetle kabul ettim ve geldim.
Ancak anlatımım kısa olacak. Size 26 Ağustos 1922 sabahı taarruz anındaki bir olayı aktaracağım.
Bu şekilde Mustafa Kemal’i anlatmış olacağım.”
EMRİNİ BEKLİYORDUK
Paşanın, Mustafa Kemal’i nasıl anlatacağını herkes merak ediyordu. Önündeki bardaktan bir yudum su içti ve konuşmasını, şöyle sürdürdü:
“…Planlandığı şekilde 26 Ağustos 1922 sabahı saat 05.00’te başta Mustafa Kemal olmak üzere İsmet Paşa, Fevzi Çakmak, Nurettin Paşa, ben ve diğer komutanlar, ordu karargahı olarak Afyon Kocatepe’deydik. Plan gereği taarruz, önce top atışlarıyla başladı. Bu bir baskındı. 20 dakika sürdü.
Ardından ‘Tahrip’ atışları yapıldı. Bu da 10 dakika devam etti. Yunan mevzilerindeki makineli tüfek yuvaları, Yunan topları, tel örgüleri hedef alındı. Komutanlar olarak bizler de top atışlarının sonucunu görmeye çalışıyor, alt kademelere iletmek üzere Mustafa Kemal’in emrini bekliyorduk.
Sonuçta, Yunan mevzilerinde alevlerin yükseldiğini, hedeflerini vurulduğunu, düşmanın mevzilerini terk ederek geri çekilmekte olduğunu gördük.”
“FIRSATI KAÇIRIYORSUN KEMAL”
Mustafa Kemal’e yöneldik. O’nun taarruz ve takip emrini bekliyorduk.
Ne var ki O, gözlerini Yunan mevzilerinden ayırmıyor ve geri çekilen Yunan ordusunu izliyordu.
Fevzi Çakmak, sessizliği bozdu.
‘Haydi Kemal, düşman kaçıyor, taarruz emirini ver’ dedi.
Mustafa Kemal:
‘Dur Abi’ diye cevap verdi.
Bir süre sonra Fevzi Çakmak, ‘Kemal, tarihi bir fırsatı kaçırıyorsun, düşman yeni mevzilerine yerleşecek, emrini ver artık’ diye ısrarda bulundu.
Mustafa Kemal, yine ‘Dur abi’ dedi.
Bir süre daha geçti. Fevzi Çakmak bu kez; ‘Allah aşkına Kemal ver şu emri, komutanlar seni bekliyor, yeter artık’ diye sesini yükseltti.
Mustafa Kemal yine ‘Dur Abi’ dediği sırada beklenmedik bir olay meydana geldi.
İŞTE, MUSTAFA KEMAL…
Yunan ordusunun terk ettiği mevzilerde cehennemi patlamalar başladı. Mustafa Kemal’in taarruz ve takip emrini geciktirme sebebi anlaşıldı. Yunan ordusu, geri çekilirken cephe boyunca mevzilere saatli bombalarını yerleştirmiş, askerlerimize tuzak hazırlamışlardı.
Mustafa Kemal’in öngörüsü, büyük bir felaketi önlemişti.
Taarruzda ısrar eden Fevzi Çakmak, Mustafa Kemal’e sarıldı; ‘Seni bize Allah mı gönderdi Kemal?’ dedi.
Müteakiben süngü hücumu ve ileri top atışları emrini aldık. Alt kademelere ilettik. Sonucu biliyorsunuz. Bana ‘Mustafa Kemal’i anlat’ dediler. İşte Mustafa Kemal budur” dedi.
Bir albayın yardımıyla kürsüden indi.”
İşte böyle bir üstün ahlak ve karakterin verdiği inanılmaz bir cesaretle Büyük Taarruz’u yöneten o eşsiz komutan, 30 Ağustos günü Dumlupınar’da Türk Milleti’nin büyük komutanı Selçuklu Sultanı Alparslan’ın Malazgirt’te yaptığı gibi en ön safta Türk Ordusunu yönetiyordu.
Büyük Komutan’ın üstün cesaretini anlayabilmek için bütün Türk vatandaşlarının Dumlupınar’daki Çaltepe’yi ziyaret etmelerini ve düşman mevzilerine ne derece yakın mesafede olduğunu görmelerini öneriyorum. Mustafa Kemal, bu üstün yönetimiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini oluşturan 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Savaşı’nda tüm sorumluluğunu üzerine almış, Türk Ordusunu zafere ulaştırmış, temeli Türk kahramanlığı ve Türk kültürüne dayanan Türkiye Cumhuriyetini kendisi gibi yiğit arkadaşlarıyla birlikte kurmuştur.
Sonuç olarak bu ülkenin duyarlı evlatları, meşru zeminlerde kalmak kaydı ile yıkılmamak üzere kurulmuş bu ülkeyi ayakta tutabilmek için anayasal demokratik haklarını kullanarak büyük bir mücadele vermeli; Cumhuriyetin yıkıcılarına fırsat vermemeli ve Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık yolunda ilerlemelidir.